Yapraklarını büyütür. Yazları günden güne devrederek artan güneşlerin altında bekler. Ve sonbaharda yaprak larını dökmeye başladığında, hastalığında ve yalnız yata ğında kendine ilaç olmaya çabalayan bir ihtiyar gibi ira deli ve yalnızlığın sarhoşluk veren dertleriyle müteselli dir. Her doğan çocukla birlikte vardı bu koca ardıç. Eskilerd en bir iki kişi “bizim gençliğimizde gövdesi belki bir iki parmak daha inceydi” demişlerdi ve kimsenin aklın da kalmamıştı bu söz. Bütün civar köylerin hayatında bir yeri vardı bu ağacın. Bulunduğu yöreye onun adını vermişti dedelerinin dede leri. O civarda ava ve yaylaya giden kentliler de yıllar dır biliyorlardı o bölgeyi. Güzlekte, Durnalıda yaylaya gidenlerin çocukları, hasat için ilk defa bağlara girdikleri yedi sekiz yaşlarında, ilk defa onun adını duydukları za man, kendilerine gösterilmese de neresi olduğunu anlıyorlardı. “Yalnız ardıç” koskoca bir dağın çıplak ve ala bildiğine geniş bir yamacının ve çıplak yamacın ortasında duran koca bir ardıç ağacının adıydı. O yörenin köylüleri çok konuşmazlar. Filozofça söz vururlar kadınlarına Sıcacık getirilmemişse sofraya çorbaları. Mutlaka Yalnız Ardıç vardır önlerinde Nereye olursa olsun yolları Dağın tabii eğimine göre ağacın birkaç yüz metre altından geçmesi gereken yol, zamanı gelince ona doğru kıv rılır, onun etrafında genişler, yakın toprağı bir köy mey danı gibi çiğnenmiştir.

Dağın tabii eğimi, yola izin veren kıvrımı içinde, ağacın birkaç yüz metre altından geçen ikinci bir yol daha vardır. Yazın sıcağının bunaltmadığı ve yorgun düşülme miş ya da acele olan yolculuklarda kullanılır. Ama yine de ona uğranmış gibidir. Bir türbenin açığından geçiliyor gibidir. Orada mesafeyi idrak ederler. Köye Yalnız Ardıç kadar kalmıştır. Köylerinden Yalnız Ardıç kadar uzaklaşmışlardır. Köylülerin bizim söylediğimiz gibi Yalnız Ardıç deme diklerini belirtelim şimdi. Yalnız kelimesindeki ‘n’ düş müş, ‘ı’ uzamıştır. Ve bu iki kelime uzayan bu ‘ı’nın yardımı ile birleşmiştir, isim ‘yalîzardıç’ ya da ‘yalıızardıç’ şeklini almıştır. Böylece o kavuşturucu eylemine il kin kendi adından başlamış gibidir. Bu yüzden Yalnız Ar dıç üzerine söyleyeceğimiz bir iki cümle daha varsa, on larda ismini bu şekilde kullanalım. Çıplak dağın ancak çok uzaklardan insan bakışına sığan genişliği içinde Yalıızardıçın karaltısı seçilir. Bu bile ye terlidir başlamak için. Onu ilk defa gören, ona yaklaşan biri de düşünmeye başlar. O güne kadar alışkın olmadığ ı ve kendindeki mevcudiyetini ömür boyu düşünemiyeceği bir işleyişle düşünmeye başlar. Zira bu tarzın içinde büyük oranda varlık sebebimizle rabıtalı o sıhhatli duy gulardan bir kaçı çalışır. İnsan işin mahiyetini kavrıyamaz, kendindeki bu sihirli değişikliğin harmanına gir mekte adeta acele de eder. Bir ilkbahar ferahlatması ile karşı karşıya olduğunu zanneder. Kendini dağın ve ağac ın içine doğru bırakır. Ve o zaman başlar: Bazılarında hafif bir telaş, bazılarında hafif bir korku meydana ge lir. Ama genellikle bir teslimiyet de başlamıştır. Duygu ların fevkalade tonlarının iştirak ettiği bu değişiklik ani bir şaşkınlıkla başlar. Buna derhâl bir hayranlık çalkan tısı katılır. Bu çalkantının içine sevgi bir nehir gibi ak maya başlar. Bunlara derin ve dayanıklı bir yatak gerek lidir, bağlanma ve sadakat duygusu dövüldükçe kavileşen çelik gibi yatağını derinleştirmeye o zaman başlar. Ve bunların da üzerine, anaların ancak yavrularına duy duğu cinsten bir merhamet duygusu boşanır. Yaıızardıçla karşılaşan insanlarda, hangi sınıftan olurlarsa olsun lar bu oluşlar sırasiyle gerçekleşir. Bundan sonrası na siplere göredir.
/yüzbindiler bölük bölük geldiler sıralandılar büyük ova saatlerce onların akışlarını izledi muntazam ve sessizdiler. kartallar o yörede dönmeye başladı gelen yerini aldı gelen yerini aldı gelen yerini aldı başları dikti baldırları zinde göğüsleri istekliydiler yüzbin demek heybetli bir yavru ordu demek impara torlukta kaslar tam bir hizada palalar tam bir hizada bükülmez bilekler kalın pazulu kollar söğüt dalları gibi sarkmıştır her can öteki yüzbin canın aynı anda aynı amaç yoluna orda oluşunun hikmetine dokunup dururken ve kendini oradakilerin mevcudundan ibaret tek bir be den gibi idrak etmeye başlarken beyaz küheylanının üzerinde Kanuni Sultan Süleyman Han gelmeye başlayınca devasa bir el büyük orduyu havaya kaldırır yürekler ve gözpınarları kabarır. zaman ilerleyince ve Sultan aynı suda arınan ruhların karşısına ilerledikçekalbler hızlanır.

Yalıızardıç önünde, havadaki bütün değişmelere rağmen, ebed bir iklim hüküm sürmektedir. O bir tek ağaca dair düşünürken insan başları, ona bakarken, gölgesinde otu rurken, güneşli günlerde önlerine kattıkları hayvanların arkasında ona doğru yürürken, uzağında ve yakınında düşünürken, içinde fizik ötesi ışıltılar olan davetler edi nirler. Ağacı anlamaya çalışırlar. Yorumlarlar. Onunla başbaşa kalınca içten içe çekiştiler. Ona isyan larını anlattılar, çektikleri acıları unutmaktan korkanlar, acılarının isimlerini simgelerini ona işlediler. Kazınmış taze isimleri, bu onulmaz görünüşlü derin yaraları iyileştirerek, hafif bir kıvrımla içine alarak koruyuşu karşı sında kendilerinden geçtiler, kendilerini hatıralarından başlayarak bir araya getiren gayreti karşısında gizli gizli yaptıklarından utandılar ve ona daha çok açıldılar. O genç aşık anlayışla karşılandığı bir çevrede ağlıyabilmek için köyünden çıktı, kilometrelerce yürüyerek ona gitti. Onu uzaktan görünce koşmaya başladı Yanına varınca boylu boyunca dallarının altına yattı Artık vicdanların mektebi gibidir Orda avcılar da konaklar. Çobanlar için bir merhâle Tepeye tırmanırken bile bir iniş yeri. Yalıızardıç büyüktür. Gölgesine varan insan az sonra onun öteki ağaçlardan farkını anlar. Az sonra gözün alabildiğine ovaya akan tepelerin, kıvr ımların, derelerin ve ovada gümüşî bir parıltıyla yatan nehrin, parlak ufkun ve sessizliğin sebeblerini düşünmey e başlar, Gide gide insanın ufku yüce peygambere gö türen bir tabiattır o.