KAHRAMANMARAŞ YÖRESİNDE KULLANILAN MAHALLÎ KELİMELER
 |
: |
1. Ak. “Âa geyer de kibar gezer Gunduranın burnun ezer Böyle dağalıdı gomşular Cabbar’ım sürmeli gezer” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) 2. Baba, yaşça büyük kişiler. 3. Ağa. Bir organizasyon ya da mecliste giderleri ya da masrafları karşılayan kimse. “Oğlunu asker edincek Haleb’e getdi atı Bu sonradan â deyil Aşirethâneden zati” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yaycıoğlu Hacı Durdu Ağa’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Mahire Yaycıoğlu) 4. Ağu, zehir. “Şu dereden geçemedim Âlar gatıp içemedim Gardaş gılıcı çekince Ganatlanıp uçamadım” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Andırın’dan Derlemeler, Tirşik Yayınları No:1, İstanbul 2008) |
a: |
: |
Ağ, ağa, beyaz, zehir. |
a: sergi |
: |
Kurutmalık bir üzüm türü. |
a: toprag |
: |
Beyaz toprak, üzüm durultmada kullanılan beyaz renkli bir toprak. |
a:ca |
: |
Beyazca, hafif beyaz, beyazımsı, akça |
a:ç |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; ağaç. |
a:d |
: |
Ağıt. |
a:dcı |
: |
Cenazelerde ağlayarak çevredekileri de ağlatan. |
a:dirmeg |
: |
Eğdirmek. |
a:l |
: |
Ağıl, çit. “Tarla ya da bahçeler arasında genellikle kuru çalılar ve süvenler kullanarak duvar örülürdü ve rahatça girip çıkmak için de aşma denilen yolak yapılırdı. A:lların yolağı, kullanılmadığı zamanlar kara çalılarla kapatılırdı.” |
a:la |
: |
Çok güzel. |
a:lamag |
: |
1. Ağlamak. 2. Kendini acındırmaya çalışmak. |
a:lemeg, a:lemek |
: |
Oyalamak, bekletmek.. |
a:lence |
: |
Eğlence. |
a:lmi:şin |
: |
Eğilmeyince, eğilinceye kadar. |
a:m |
: |
Ağam. |
a:mak |
: |
1. Üşüşmek, toplanmak. 2. Göğe doğru yükselmek. |
a:n |
: |
1. Zehir. Ḫoruz azından saçar ānı. 2. Ağan. |
a:nag |
: |
Ağnanılan, yatıp yuvarlanılan toprak. |
a:nanmag |
: |
(Hayvanlar için) Gübrelik vs. gibi yerlerde yatıp yuvarlanmak. |
a:r |
: |
1. Saygıdeğer, kendini saydıran. 2. Ağır. ”A:r daşınan batman dö:yeller, yeyni daşınan it daşlallar.” (Toros Atasözü) |
a:radam |
: |
Suyu ağır adam. |
a:r fiyat |
: |
Yüksek fiyat. |
a:rına getmeg |
: |
Zoruna gitmek, gücüne gitmek. |
a:rlamag |
: |
Misafir etmek, yedirip içirmek. |
a:rlıg |
: |
1. Ağırlık. 2. Saygınlık 3. Düğünden sonra erkek tarafının kız tarafına çeyiz dizmesi için verdiği para. |
a:rmak |
: |
Eğirmek. |
a:rtı |
: |
Beyazlık, yoğurt, ayran vb. şeyler. |
a:rtma |
: |
Ağartme, beyazlatma. |
a:sadmag |
: |
Bir işin gidişatını yavaşlatmak. |
a:samag |
: |
Topallamak. |
a:sig |
: |
1. Kadın, kız. 2. Olması gerekenden az. |
a:silmeg |
: |
Eksilmek. |
a:şam |
: |
Akşam. |
a:şama:ca |
: |
Akşama kadar. |
a:t |
: |
Ağıt. |
a:yle |
: |
Aile. |
a:z |
: |
1. Büyük ve küçükbaş hayvanların doğumdan sonra ilk iki-üç gün sağılan katı süt. 2. Şive. 3. Ağız |
a:z otu |
: |
Maraş’ta yaygın olarak kullanılan, tütün ve meşe külünün karışımıyla yapılan keyif verici bir madde. |
a:zı pek |
: |
Sır saklayan, ketum. |
a:zı:mı |
: |
Ağzı gibi. |
a:zını bozmag |
: |
Kötü söz söylemek. |
a:zına:dar |
: |
Ağzına kadar. |
a:zınan |
: |
Ağzı ile. “Gendi çocuklarını a:zı:nan guş dutsa bile beğenmemeleri incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
a:zlıg |
: |
Huni. |
a:rı |
: |
Bundan öte. |
âb |
: |
Su. “Şahan gibi yükseğinde uçarken Keklik gibi engininden geçerken Âb-ı kevser ırmağından içerken Susuz pınarlardan kandırdı beni” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 459) |
aba |
: |
1. Özel bir kumaştan yapılan giyim eşyası, ceket. Duruma göre boy abası denilen, boyu diz altında olan, düz aba veya zenginliğe göre sandıklı (sırmalı) abalar da tercih edilir. Abalar genellikle yarım kollu, boyu bel altında olan, önü boydan açık bir erkek giysisidir. “Ayağında keten şalvar, sırtında abası, dalında Zeytun avcarı, etrafında adamları, Kızıldağ’ı mesken tutmuştu.” 2. Büyükanne, nine. 3. Yetişmiş, büluğa ermiş küçük kız kardeş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 4. Hanım, hanımefendi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 5. Abla. “Kadasın’aldığım dağlar Demedin mi abam ağlar Konağa bir künye gelmiş Çobanınız ölmüş dağlar” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) 6. Bir çeşit kaba ve kalın şayak. |
abacık |
: |
Tertemiz. |
abainan |
: |
Aba ile. “Ne yatıyon abainan Üsdün’ördüm libainan Şimdi emmin, dayın gelir Bir belicik obainan” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yoncalı Ömer’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mustafa Göğüs) |
abamak |
: |
Üzerine suç atmak. Bir kabahati birininüzerine yükleyerek ondan kurtulmak. |
abaniye |
: |
İpekten sarımtırak dallarla işlenmiş kumaştan yapılmış sarık. “Abaniyesi başında Fermaniyesi döşünde Üçünü de birden asman Daha oğlum genç yaşında” (Kaynak: İbrahim Davutoğlu, Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72, S. 323) |
abanlamak |
: |
Uzun adımlarla çabuk çabuk yürümek. |
abao: |
: |
“Aman”, “amanın” gibi, şaşkınlık anlatmak vb. için kullanılan bir sözcük. |
abar abar |
: |
Abarin. Şaşkınlık belirtisi. |
abara, abaran |
: |
1. Hayvanlara yem verilen tekne. 2. Değirmene su akıtan oluk. Su değirmenlerinde, suyun hızla akışını ve dolayısıyla basınç kazanmasını sağlayan, tahtadan yapılmış huni biçimindeki su yolu, ki bu su yolu sekiz on metre uzunluğunda olup bu su yolundan düşen sular, altta “per” adı verilen bir düzeneği işleterek taşın hızla dönmesini sağlar. “Değirmen başı abara Karıştım toza kubara Bana ettiğin dubara Allah’ından bul Fadıma” (Kul Mustafa, Derleyen: Duran Doğan , Barış Kabalcı, Kaynak: Behzat Gök) |
abarı |
: |
Güven duygusu. |
abarı: |
: |
“Vay be!”, “amanın!” gibi şaşkınlık anlatan bir söz. Sonu uzatıldıkça hayret artar. Çokluk ifadesi için kullanılan bir sözcük. “Abarı:. Bunu da mı duyacaktım.” |
abarıh |
: |
Şaşma ve korku ünlemi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
abarı:k |
: |
Aman tanrım. |
abarı:ŋ |
: |
Amanın anlamında kullanılan bir deyim. Bir olay karşısında oldukça çok fazla hayret etmeyi belirtmede kullanılır. “Abarı:n!!! Yemeğ in hepsini yemiş. Bu gudümsüz bana hiç bırakmamış” |
abari: |
: |
“Vay be!”, “amanın!” gibi şaşkınlık anlatan bir söz. Sonu uzatıldıkça hayret artar. Çokluk ifadesi için kullanılan bir sözcük. |
abari:ŋ |
: |
“Vay be!”, “amanın!” gibi şaşkınlık anlatan bir söz. Sonu uzatıldıkça hayret artar. Çokluk ifadesi için kullanılan bir sözcük. |
abarmak |
: |
Gururlanmak, kendine fazlaca güvenmek. |
abaru-anagız |
: |
Şaşkınlık sözcüğü. |
abaz |
: |
Ara bozucu, fitneci, fesatçı. |
abaz abaz |
: |
Küme küme, bölük bölük, avaz avaz. “Çıktım yücesine seyran ederken Engininden abaz abaz el gider Şol giden ellerde gördüm bir gelin Kadir Mevlâ’m daha neler Halk eder” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.586) |
abaz abaz |
: |
Avaz avaz, yüksek sesle bağırma. |
Abaza |
: |
Kuzeybatı Kafkasya’da yaşayan halka mensup kimse. |
abba |
: |
Abla. |
abba:, abbağ |
: |
1. Çok beyaz, bembeyaz. 2. Yapılan bir iş karşısında şaşırma ünlemi. “Abbağ!!! Vay şu benim gadersiz başıma gelenler!” |
abbak |
: |
1. Bembeyaz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Çocuk dilinde temiz, iyi. |
abbakaş |
: |
Pirinç pilavı. |
Abbasın kazı gibi yutmak |
: |
Görgüsüz davranmak. |
Abbe |
: |
Habibe. Bölgemiz göçmen ağzından. |
abcal |
: |
Sakatlığı olmadığı halde topal gibi yürüyen. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
abcal abcal yürümek |
: |
İki yana çokça eğilerek yürümek, çocuk gibi, ördek gibi yürümek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
abdal |
: |
1. Erkekleri düğünlerde davul zurna çalan topluluk ve bu topluluktan olan KİMSE; bunlara halk arasında “Ede” de denir. “Abdalların cinsi: a. Fakcılar: Aşirete av avlayan Abdallar. b. Tencili Abdalı: Cambazlık, kuyumculuk, üfürükçülük yapan ve bu şekilde geçinen Abdallar. c. Beydili Abdalı: Türkmenlere yamak ve yardımcı olan Abdallar. d. Gurbet veya Cesis Abdalı: Sepetçi Abdallar. Bunlar gece lamba ve ateş yakmazlar ve yazın çadır altında yatmazlar imiş. e. Kara Duman Abdalları: Bunlar Mısırlı İbrahim Paşa’nın iskan beyine Mısır’dan gönderdiği büyük bir musiki ve raks heyetinin kalıntılarıdır. (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000) 2. Akılsız, ahmak işe yaramaz kimse. “Gulun gurbanın olam! Abdalın olam ağam! Bana kötülük etme!”
“Abdalın korkağı taşın büyüğüne sarılır.” (Feke Atasözü) 3. Çingene. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 4. Eskiden gezgin derviş. “Yiğit eğlencesi güzelin genci Cefayı çok eder dilberin dinci Selvidir boyu da dişleri inci Abdal oldu yine gönlüm delindi” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.417) |
abdal ağası |
: |
Düğünlerde çalgıcılardan sorumlu kişi, sağdıç. |
abdal coşmayınca evi başına yıkılmaz |
: |
Bir Kozan Atasözü. (Pekşen Tamdoğan, Yeğen Kozanoğlu, Kozanca, Kozan Ağzı Üzerine bir inceleme, Adana) |
abdal deŋişiği |
: |
Abdal henzeri abdaldan farksız. |
abdal ineği gibi |
: |
İşe yaramaz, yaşlanmış, çok zayıf. |
abdalınan öğdürürüm |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Aptal ile övdürürüm. Düğünlerde oğlan evinde para toplamak için çaba yapılır. Çabaya oturan kişi davul, zurna eşliğinde övülür -kişinin önüne geçilir ona özel davul zurna çalınır, istediği bir türkü varsa o ezgilendirilir v.s.- ve sonra düğüne atacağı para alınır. Burada ona vurgu yapılmaktadır. |
abdal öŋüne oturmamış |
: |
Gavurdan farksız, sünnetsiz. |
abdas |
: |
Abdest. “Abdasını alamamış Namazını gılamamış Gul oluyum anamoğlu Evinetâ varamamış” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Halil Avcı’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Döne Bakacak) |
abdazlanmak |
: |
Abdest almak. |
abdes |
: |
Abdest. “Getdim abdesim almıya Acele geri gelmiye Başladım da ben ölmüye Tez gelin yavrılarım tez gelin” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Apandisitten Ameliyat Olan Mehmet Doğan’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Doğan) |
abdes bozmak |
: |
Tuvalete gitmek. “Yorgancı abdes bozmıya getdi beam. Az sonra gelir.” |
abdes vermek |
: |
Muhataba, ya da rakibe ders vermek, haddini bildirmek, onu paylamak, azarlamak |
abdesâne |
: |
Tuvalet. |
abdestsiz emmiye namaz mı dayanır |
: |
İşi özensiz, üstün körü, çabucak yapma. |
abdez |
: |
Abdest. “Eh demiş. Galan ben bunu bulurum demiş. Varmış ki, bu oulan abdez almış namaz gıliür.” |
Abdılla, Abdulla |
: |
Abdullah. “Amman Abdılla oğlum, benim damımı da ıcık lôla hêri! diye yalvarması belki de o damdan bu dama yankılanıp duruyordur.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
Abdullu:sda |
: |
Abdullah usta. |
Abdıraman |
: |
Abdurrahman. |
Abdil |
: |
Abdülkadir’den bozma bir erkek ismi. “Andırın’ın Gökahmetli Köyü’nde Abdil Ağa derler biri vardır. Hardallıktan bir genç Abdil Ağa’nın kızına aşıktır. Mehmet’in bu sevdasını duyan Abdil Ağa küplere biner.” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
Abdulla |
: |
Abdullah. “İt bana gelmiyor kine Anşa galan it beslemez Kimsenin garnının doyduğun istemez Deli Abdılli’ye benzerdi itim” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
abe |
: |
Ağabey. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
Abekir |
: |
Ebubekir. “Öteden Abekir dayının sesi duyulur” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
aber |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında haber. |
abeş |
: |
1. Derisi alacalı olan hayvan yahut insan. 2. Boz-kızıl renkli olan. |
abıca |
: |
Abla. |
abıcambak |
: |
Karışık, anlaşılmaz, iç içe girmiş, girift. “Abıcambak işlere oldum olası aklım fikrim ermez.” |
abık sabık |
: |
Saçma sapan, gelişigüzel, ileri geri, boş söz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
abık sapık |
: |
Saçma sapan, gelişigüzel, ileri geri, boş söz. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
abıkert |
: |
Avukat. “Möhkem bir abıkert dutmuş Göztepe köyünün Kahyası Hacı Murad Efendi, habarınız oldu mu acaba. Abıkert bey İzmir’de dururumuş. Bir de uçak dutmuş meraların hoturafını çektirmiş.” |
abıla |
: |
1. Hanım, hanımefendi. 2. Oba beyinin karısı. 3. Abla, büyük kız kardeş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) “Gözüme bir hayal… Dezzem bir tarafına gaynanası da bir tarafına oturmuş gadının. Bir elbise var, Emine abılamın. Gözümün önüne geldi kele.” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
abılobut |
: |
İri, şişman, hantal. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
abınmak |
: |
Yere kepsimek, düşer gibi olmak |
abır |
: |
Namus, şeref, haysiyet. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
abırcın |
: |
Memnun. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
abış yerler |
: |
Apış arası, bacak arası. |
abıyanan |
: |
Aba ile. “Ne yatıyon abıyanan Üsdün’örtdüm libiyanan Ben Hasan’a düğün gurdum Bir belicik obuyanan” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
Abil |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında Habil. |
a:bince |
: |
Hemen arkasından, peşisıra, zaman geçirmeksizin, aceleyle, ivedi, akabinde, akabince. “İnsan başarılı olmayı düşündüğü zaman âbince başarısız olma endişesini de taşımaya başlar.” |
a:binmak |
: |
Yere kepsimek, düşer gibi olmak. |
abicik |
: |
Ağabey. |
ablak |
: |
Güzel, çok hoş görünümlü, yüzü dolgun, güzel, mert, yuvarlak yaygın yüz, degirmi. “Ablak Gar’ismet’im ablak Gıyıp da vurmadım şaplak Ben sana doymadım guzum Doysun gayrı gara toprak” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ablag yüzlü |
: |
Beyaz dolgun yüzlü. |
ablık |
: |
Çok beyaz, parlak. “N’ola askere gidiydi Günü yetenler geliyor Fayan durma Efend’ede Eller gün ablık alıyor” (Kaynak: Osman Taştan, Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72, S. 378) |
abo, abo: abov, abo:v |
: |
“Aman”, “amanın” gibi, şaşkınlık anlatmak vb. için kullanılan bir sözcük. “Abôv, kurbanınız olayım, ocağımız batmış da haberimiz yok.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
abohan |
: |
Obur, çok yiyen. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
abo:oş |
: |
Sarhoş narası. |
abra |
: |
1. Bir yükü denkleştirmek için hafif gelen yana konulan ağırlık; teraziyi ayarlamak için hafif gelen kafaya konulan taş. 2. Minnet. |
abraş |
: |
1. Patavatsız, sözü hoşa gitmeyen. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Alacalı, benekli. 3. Çarpık, eğri. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
abrıl |
: |
Nisan. |
abraza gitmek |
: |
Tersini yapmak, zıt gitmek, zıddına gitmek. |
abu |
: |
1. Bölgemiz göçmen ağzında; abla. 2. Aslı ebu olup paşa, baba demektir. |
abu: |
: |
Şaşma ve korku ünlemi. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
abulüstü |
: |
Dört ayak üzerinde dikili durma. |
abudamya |
: |
Çocukların bir çoğunun günümüzde adından bile haberdar olmadığı bir tür çocuk oyunu, birdirbir oyunu. “Löttük, minavara, gulle, mık, gosguç,saklambaç, kovalambaç, köşe kapmaca, çöodürüm eşek, abudamya, mici, kömbe, çelik, şaka-soyak, sağlama, solaklama oynayan çocuklar yok artık.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
abukert |
: |
Avukat. |
abuket |
: |
Avukat. |
abul abul |
: |
Yavaş yavaş, ağır ağır. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
abulobut |
: |
1. Obur, çok yiyen kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. İri, şişman, hantal. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Kaba saba, görgüsüz kimse. 4. Çok iri yapılı, hantal kimse. “Irahmatlık abulobut biriydi. Dêl tabıt toprağa bile sığmazdı” |
abulüstü |
: |
Dört ayak üzerinde, dikili durma. |
abur cubur |
: |
Gıdasız yiyecek. |
aca |
: |
Amca, emmi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
acabek |
: |
Böğrülce. “Acabekler oldu mu?” |
acak |
: |
Azıcık, biraz. “Hac’Osman yoluna dursun İrbehem harçlığın versin Acak eğlen mor beliklim Sehildeki oğlum gelsin” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
acalmak |
: |
Fazla kullanılmaktan makine dişlileri aşınmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
acama |
: |
Genç delikanlı. |
acanta |
: |
1. Yeni, gıcır gıcır. 2. Acenta, bir ticari müessesenin temsilciliği. “Zengin adam. Atabos alım diür. Yâni yenisini çekim diür, acantadan diür” |
acap |
: |
Acaba. “Al yanağın elmas m’ola, kar m’ola Çapraz vurmuş, düğmeleri dar m’ola Acap mislin şu cihanda var m’ola İnsem, gitsem Hindistan’a, Yemen’e” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
acar |
: |
1. Çevik, enerjik, tezcanlı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) 2. Cesur, kabadayı, atılgan, gözüpek, yiğit. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Peki. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 4. Sonradan Müslüman olanlara da denilir. 5. Açıkgöz, zeki. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 6. Yeni. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç. Osm.) ”Esgisi olmıyanıŋ, acarı olmazımış.”
Acar itağiyi tutuyoŋmu gız? (Pekşen Tamdoğan, Yeğen Kozanoğlu, Kozanca, Kozan Ağzı Üzerine bir inceleme, Adana)
Acar elek yüŋseğe asılır(Toros Atasözü) |
acar konak dutturmak |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Yeni konak yaptırmak. |
acar geyer yok gimi, eski geyer b.k gimi |
: |
Toroslar bölgesinden bir atasözü.
|
acara |
: |
Cigara, sigara. |
acarlama |
: |
Yenileme. |
acarlamak |
: |
Yenilemek. “Gine tuttu Gâvur Dağı boranı Hançer vurup acarladın yaramı Sana derim Mıstık Paşa öreni İçimdeki bunca beyler nic’oldu?” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ, İstanbul, 1984) |
acarlanmak |
: |
(İnsan, hayvan veya bitki)Kuvvetlenmek, gürbüzleşmek, gelişmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
acas |
: |
Haber, radyo haberi, ajans. |
acayib |
: |
Tuhaf, yadırganan, şaşılacak, şaşılmaya değer. “Sevda sevda derler behey yarenler Ermeyince bir acayib hal olur Varıb bir kız on yaşına girince Açıolmadık bir domurcuk gül olur”. (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.623) |
accak |
: |
Birazcık, çok az, azıcık. “Accak bakamadım yüzüne Yanın yönün çamır olmuş Ya n’edeyim emmim oğlu Geri dönüyom izine” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hastalıktan Ölen Ali Tahta’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Safiye Temiz) |
accık, accıg |
: |
Çok az, azıcık, birazcık, pek az. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ace |
: |
Büyük kız kardeş, abla. |
aceb |
: |
Acaba. “Üç kirazın çölleri Çiçek toplar yavrımın elleri Aceb babam gelir diye Gözler oturur yolları” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Nusret’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Elife Salan)
“Bir çift güzel gördüm yolda yolakta Altın küpe şan veriyor kulakta Yeryüzünde insan gökte melekte Aceb sevdiğimin eşi var m’ola?” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.385) |
acebek |
: |
Börülce. |
aceblenmek |
: |
Hayrete düşmek, şaşırmak. “Aceplenmen benim ağladığıma Bir od düştü yüreğimde yaram var Çevrilirim çevrilirim dönerim İşte güzel adam şöyle halım var” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 581) |
acel |
: |
Ecel. “Gel Hülya yanıma otur Elini elime yetir Acel geldi, vade yetmiş Gannı oldu goca motur” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Üzeyir Ahmet’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Fadime (Ayten) Koyuncu) |
Acem |
: |
İran. |
acemletmek |
: |
Tabanca ve tüfeğin tetiğine yanlışlıkla basmak. |
acene |
: |
Tırpanın sap geçirilecek deliğini açmaya yarayan çelikten yapılan bir aygıt. |
acep |
: |
Acaba. “İslahiye’ye gediciğim Makineler alır m’ola Altı bebeği vericiğim Acep vekili olur m’ola” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
acer |
: |
Yeni. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) “Acar tutdurdu damını Gardaşım almış namını Dorusunu suya çekmem Gırar da gaçar gemini” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
acevit |
: |
Çevik, enerjik. |
Acı |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; Hacı. |
acı acı ağlamak |
: |
Yürek burkar şekilde ağlamak. “Evimin önü dut ağacı Yavrum ağlar acı acı Aklım erer gözüm görür Nasıl vereyim Selver bacım” (Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yay., Altın Koza No: 72, Adana 2010) |
acı ga:rek, acı geyrek |
: |
Mide ekşimesi, hazımsızlık ve bundan ileri gelen geğirti. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
acı geğrik |
: |
Mide ekşimesi, hazımsızlık ve bundan ileri gelen geğirti. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
acı haber duymak |
: |
Ölüm haberini almak. “Duyunca acı haberi Geldim didine didine Musa, Mehmet dövünüyor Başında ağlar Medine” (Aşık İbrahim Karalı, Kaynak: Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yay., Altın Koza No: 72, Adana 2010) |
acı hısım olana gadar dadlı goŋşu olak |
: |
Düğürcülük yapıldığında özellikle kız evinin oğlan evine vereceği cevap olumsuz ise bu söz kullanılır. “Acı hısım olana gadar dadlı gonşu olak.” |
acı kireç |
: |
Yanmamış, sönmemiş kireç. |
acı su |
: |
Sifâlı su, kükürtlü su, maden suyu, içme suyu. |
acı:rag |
: |
Az acı. Acımsı. |
acıca |
: |
Maden suyu pınarı, kaynak; acı su kaynağı, içme. |
acıcacık |
: |
Acı acı, acı veren. |
acık |
: |
1. Üzüntü, elem, keder. 2. Biraz, azıcık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Güllü’m örsem beliğimi Acık alsam soluğumu Benim geldiğime bakman Del’eyledim kılığımı” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yay. 1994, Cilt II) |
acıkdan, acıktan |
: |
Biraz sonra, birazdan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
acıklanmak |
: |
Kızmak, çıkışmak, öfkelenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
acılamak |
: |
Sıkıştırarak, örseleyerek, rahatsız ederek sevmek. |
acılar içinde kıvranıp pişmek |
: |
Bedenin ve ruhun dayanamayacağı acılara maruz kalmak. “Hatice’m gavur vereme düştün Acılar içinde gıvrandın piştin Şifa olsun diye kömeçler içtin Doktorlar derdini bilmedi yavrum” (Aşık Ali Anbarcı, Kaynak: Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yay., Altın Koza No: 72, Adana 2010) |
acılı |
: |
Dertli, yaslı, üzüntülü. |
acımak |
: |
1. Canı yanmak. “Hani benim emmioğlu Bücür’üm Yüreğime bir od düştü acırım Sarı Haliloğlu çeksin ecirim Bölge bölge timarlarım kal demiş” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.633) 2. Bir kimsenin ya da şeyin durumuna çok üzülmek. |
acımık |
: |
Öd, safra kesesi. |
acımıklı |
: |
Yufka yürekli, merhametli. |
acımuk |
: |
Çokca buğday tarlasında biten ve deice, karamuk da denilen ot ve tohumu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
acından |
: |
Açlıktan. |
acından ölmek |
: |
Çok acıkmak. “Amma var ya heç guvvad galmamış. Dere depe dememiş dolaşmışlar. Acından ölmüşler.” |
acınmak |
: |
Derdini dökmek, derdini söylemek, dert yanmak. |
acırak |
: |
acı gibi, acıya benzer. |
acışkınlığınan |
: |
Üzüntüynen. |
acışmak |
: |
1. Birinin ölümüne, felaketine hep birlikte üzülmek, yanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Canı yanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Karacoğlan bunu böyle söyledi İndi aşkın deryasını boyladı Kızlar gitti diye pınar ağladı Acıştım yüreğim yandı bu nara” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.397) 3. Çok üzülmek, üzülmek, acımak, içten acımak. “Gözlerinden akan kanlar, yaşlar sakalına aşağı sızmaya başlamıştı. İlk anda duyduğu ağrıları azalınca Deli Yusuf acıştı, söyledi görelim neler söyledi. “Ne suçum var bilemedim ben bunu Küçük Ali’m yetim kalır ağalar Çok emekler çektim hep oldu zayi Malım mülküm talan olur ağalar” (Hacı Ali Özturan, Maraş Ağzı Köroğlu, Ukde Yay. Kahramanmaraş 2009) |
acıycık, acicik |
: |
Çok az, azıcık. “Acıycık verseydin elin mi kırılırdı.” |
acīz etmek |
: |
Bezdirmek, bıktırmak. Ḳulağına gitmiş bubamın ḳaçıracaklar ǥızını deyi bubam da beni acīz etti |
acik |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında;azıcık. |
acilenmek |
: |
Meraklanmak, kederlenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aci:mcik, acimcik |
: |
Çok az. |
acimek |
: |
Acımak, acı duymak, merhamet etmek, bir gıda ürününün tadının acılaşması. “Oğlum â, oğlum â Silahlansın çıksın dâ Acirim sana Lüvere’m Müfdü seslenmiyor daha” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Güllü’nün Ağıdı, Kaynak Kişi: Emine Gök (Hodul Emine)) |
acir |
: |
1. Günah 2. Acur, hıta. “Akşam yemeğinde, içinde sızgıt parçaları olan cıvıklama ile patata kömbesi vardır. Kocaman bir tabağa da biber, hıyar, acir, havuç, üzüm, alıç, sarımsak ve göo tomatisinen, nahanadan oluşan sirkeli turşu doldurulmuştur ki, kokusunu duyan komşular zaman zaman eline bir sahan verdiği oğlunu koşturup anamın annı ağrıyorumuş da ıcık turşu istedi, suyundan da gosun dedi, diye istetecek kadar iştah açıcıdır.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
a:ciş mēciş |
: |
İslami isimlerin dışında kalan yeni moda isimler. |
acişmek |
: |
Üzülmek. |
aciz |
: |
Çabaları neticesiz kalan ve elinden herhangi bir çare gelmeyen kimse. “Bağıran, çağıran aciz bülbülüm Ne kadar bağırsam duymuyor gülüm Karacoğlan der ki imdatçım ölüm Mezardan gayrı bir yol bulamadım” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.484) |
aciz kalmak |
: |
Uğraşılara ve gayrete rağmen sonuç alamamak. “Aciz kaldım şu gönlümün elinden Benim gitmediğim yollar mı kaldı? Cevr idi ki yüz döndürüp serimi Başıma gelmedik hallar mı kaldı? (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.416) |
aco |
: |
Pamuk ipliğinden dokunmuş çul. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
acölüg |
: |
Açgözlü. |
acur |
: |
1. Salatalık cinsi sebze 2. Hırpalanmış, eski, yıpranmış, örselenmiş. |
aç |
: |
Yoksul. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
aç alavan |
: |
Aç karnına, acı acına, karnını doyurmadan. |
aça:vermeg |
: |
Pamuk, buğday gibiürünler henüz olmadan karşılığında para vererek ürünü ucuza almak, ucuza kapatmak. Bir tür faizli para vermek. |
açacag, açacak |
: |
Bir seyi açmaya yarayan alet, düğme, anahtar, dil.. |
açar |
: |
1. Kalemtraş, kalem açacağı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Anahtar. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
Aççe |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; Hatice. |
açıcak |
: |
Açınca. “Humâ kuşu gibi yüksek uçıcak Bölük bölük kanatların açıcak Fırsat bulup yarim ile kaçıcak Duman ver hey güzel Allah duman ver” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.594) |
açıg |
: |
Kapalı olmayan, tesettürsüz. |
açıgcı |
: |
Açığa para veren, faizci. |
açığrak |
: |
Daha açık. |
açık seçik |
: |
Çırıl çıplak, tüm çıplaklığı ile. |
açık sucuk |
: |
Açıkça, utanmadan. |
açıḳcaŋ |
: |
İşin gerçeği, açıkça. |
açıkçı |
: |
Beleşçi, bedavadan geçinen kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
açılan gülleri solmak |
: |
Çocukları ölmek. “N’oldu ise bana oldu Açılan güllerim soldu Ne durursunuz din gardaşlar” (Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yay., Altın Koza No: 72, Adana 2010) |
açılındı |
: |
Açıl artak, açsana anlamında bir söyleyiş. “Evinin önünde yörüdüm yoldan Doğrulup baktım da ar ettim elden Yanakları farksız kırmızı gülden Kırmızı goncam gayrı açılındı” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.417) |
açım vermek |
: |
Rahat açılmak, yufka gibi ince açılmak. |
açımlı |
: |
Yufkası kolay açılabilen özlü, ufrasız un. |
açınca |
: |
Açtığı zaman. “Düğün olup al bayrağın açınca Usul boya yeşil kemha biçince Yâr salınıp kız karşına geçince O zaman bildim ki söz uğrun uğrun” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.562) |
açındı |
: |
Aç artık, açsana anlamında bir söyleyiş. “Gelin der ki ben yaylaya göçeyim Pınarlardan soğuk sular içeyim Yare karşı ak göğsümü açayım Aç göğsünü yar gayri sen açındı” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
açıntı |
: |
Meralık alandan açılan tarla. |
âçır |
: |
(Zaman ve mesafe olarak).e/a kadar. Tek başına kullanılmaz. İsimlere ya da zarflara eklenerek kullanılır. “Keskin yel gün batanaçır, arsız avrat el yatanaçır” (Elbistan Atasözü) |
açkı |
: |
1. Tabaklanmış derinin yüzünü parlatmaya yarayan kalın camdan, slindir şeklinde bir alet. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Önsöz, başlangıç. 3. Açılmış bazlama halindeki ekmek, yufka. 4. Herhangi bir kilidi açan araç, anahtar. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm. Ada.) |
açma |
: |
Ormanlık alandan ağaçlar kesilerek açılan tarla. |
açmayıŋ |
: |
Açmayasınız. “Hiçbir daha yükseklerden uçmayın Uçarsam da kanadımı açmayın Muhannatın köprüsünü geçmeyin Coşkun sele uğratayım yolumu” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.642) |
ad vurmak |
: |
İsim koymak. |
ada |
: |
Küçük arazilere ada denilmektedir. |
adağa |
: |
Tavlanmış, ekin ekilecek duruma gelmiş toprak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
adağnan |
: |
Adak ile. |
adak |
: |
Yaş iken çimlenmeye elverişli şekilde kurumuş toprak. |
adaklı |
: |
Söz verilmiş, nişanlı, bellikli. |
adal |
: |
Erkek dana, tosun. |
adam asmaca |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. ADAM ASMACA En az iki kişi ile oynanır. Evde ya da okulda oynanan bir sözcük oyunudur. Oyun için gerekli malzemeler kâğıt ve kalemdir. Oyuncunun biri ebe seçilir. Seçilen ebe bir sözcük tutar. Diğer oyuncu bu sözcüğü tahmin etmeye çalışır. Doğru tahmin edilen harf sözcüğün içinde yerini alır. Doğru tahmin edilmeyen her harf için, ebe olan kişi, asılan bir adam figürünün bir parçasını çizer. Önce ters “L” harfi biçimindeki darağacının direği sonra adamın, teker teker vücudu oluşturulur. Adamın vücudunun tamamlanmasıyla karşı taraf asılmış olur. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s.205) |
adam ata |
: |
Adem Baba. |
adam güzeli |
: |
İnsan güzeli. “Aklım aldın gözlerini süzeli Benzime düşmüştür ayva gazeli Sana derim behey adam güzeli İki leblerinden bir yanağından” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.519) |
adam seyrine almak |
: |
İtibarlı insana davranır gibi davranmak. |
adamahıllı, adamakıllı |
: |
Tam anlamıyla. Tamıtamına. |
adamdaş |
: |
Yerel bir efsaneye göre taşlaşmış çocuklar. Adamdaşlar “ Allah’ım beni daş et” dėmiş |
adamıŋ dölü |
: |
insanoğlu, herifin dölü, adamın dölü şeklinde de kullanılmaktadır. |
adamıŋ gözünüŋ içinde bir göz daha var |
: |
Çok uyanıklar için söylenir. “Adamın gözünün içinde bir göz daha var.” |
adamlıg |
: |
İnsaniyet. |
adamlıklı |
: |
Hatırlı, gönüllü, kıymet bilen. |
adamlıksız |
: |
Kıymet bilmez, hatırsız. |
adammar |
: |
Adam var. “Gıg tene adammar dedi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
adamna: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; adamlar. |
Adana’dan gelir bekar |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır.Toprak işçilerinin bir kısmına bekarlar derler. Bunlar çoğunlukla bekardırlar. Mevsimlik değil, yıllık işçilerdir. Bekar işçileri çalıştırmak: Toroslarda çok zenginliği gösterir. |
adar |
: |
Süre, zaman, müddet. |
adarı yetmek |
: |
Vakti gelmek, vakte erişmek. |
adarsız |
: |
vakitsiz, zamansız. |
adem oğlanı |
: |
İnsan oğlu. “Şu dünyaya gelen âdem oğlanı Allah Allah deyip ölse gerektir Çıkardılar cenazemi yumağa İmam namazımı kılsa gerektir” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.613) |
adep bir lakırdı |
: |
Affedersiniz anlamında. |
adet olunmak |
: |
Gelenek görenek haline gelmek, adet olmak. “Sevdiğim üstüne dört libas giymiş Bir kara, bir yeşil, bir al, bir beyaz Güzellere dört şey adet olunmuş Bir şive, bir cilve, bir eda, bir naz” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.648) |
adet oluptur |
: |
Adet olmuştur, gelenek haline gelmiştir. “Karacoğlan der ki böyle oluptur Ala gözün kan yaş ile doluptur Ol asırdan beri âdet oluptur Ergen kızlar yiğitlerle yan gider” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.588) |
adı / adları batasıca |
: |
Domuz, yok olasıca. “Adı batasıca talan etmiş Hayvacık’taki mısır tarlasını.” |
adı belli |
: |
1. İşe başlamışken, yapılan işi bitmeyecekse de bitirme, ya da ek işler ilave ederek onların yapılmasını da sağlamak için kullanılır. 2. Oldu olacak, bari. Adı belli ende: donu da çıkarıver. |
adı böğrüne uğrasın |
: |
Ölsün, gebersin anlamında bir ilenç. |
adı çekilmek |
: |
Bir kız veya kadının adı çıkmak, hakkında söz sözylenmek, dedikodusu yapılmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
adı kulağına değmek |
: |
Çok ünlenmek, kendi ünün başkalarından duyar olmak. |
adı üstü |
: |
Adını aldığı aile büyüğü. |
adıbatası |
: |
Köstebek de denilen çıban, kemik veremi, sıraca. |
adık |
: |
Ters, aksi. |
adıkmak |
: |
Kötü ün almak, adı kötüye çıkmak. |
adıŋ |
: |
Adını. “Nerde kaldı şekerli kurabiye Ne demeli fürun eti kebaba Bazılar da su mu katar şaraba Neme lâzım adın demek isterim” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.502) |
adıŋı bağışla |
: |
İsmini söyle. “Adını bağışla” |
adını deliye g.tünü çalıya vermek |
: |
Kendini bir şey bilmiyor gibi gösterip her yaramazlığı yapmak. |
Adıyaman |
: |
Bir meyve adı. “O güzel meyveler bittiği zaman Toplayan getiren cümleden heman Dediler lezzeti şol adıyaman Anında kabuğun soymak isterim” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.502) |
a:di |
: |
Ayakkabı yapmaya yarayan tahta saplı demir. |
adiles |
: |
Adres. |
a:dirmeç |
: |
Ağaç eğilerek yapılan alet. |
a:dirmek |
: |
Eğdirmek. “Hallaç, hallaç geldi; âdirilecek yünûz yok mu; atılacak yünûz yok mû?” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
adi |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; haydi. |
adist |
: |
İsmi verilen kişi. |
adisti |
: |
Ölen erkek çocuğun adının sonradan doğana verilmesi. |
adivet |
: |
Düşman, hasım. |
admış |
: |
Altmış. “Kâd varıdı. İsgambil oynallardı. Admış altı oynallardı. Tavla oynallardı. Boncug sayallardı.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
adref |
: |
Etraf. |
a:dirmek |
: |
1. Eğilmek. 2. Dengesi bozulmak. |
adu |
: |
Düşman. “Aşk değil mi beni derde düşürten Ferhad gibi yüce dağlar aşırtan Bizi böyle yarden ayrı düşürten Adu mudur engel midir el midir” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.627) |
aeleşmek |
: |
Oyalanmak. |
afalak |
: |
Şaşkın, sersem, aptal kimse. |
afar |
: |
Tahıl karışımı, harman savrulduktan sonra arta kalan topraklı, taşlı ve samanlı buğday. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
afara |
: |
1. Bahçe ve bostanlardaki kalıntı, bir şeyin en son kalan döküntüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Tahıl karışımı, harman savrulduktan sonra arta kalan topraklı, taşlı ve samanlı buğday. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) “Harman yerinde afaranın altını üstüne getirirdi karatavuklar.” |
afaracı |
: |
Harman yerlerindeki hububat döküntüsünü toplayan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
afaralamak |
: |
Harman yerinde kalan tozlu, topraklı hıbubatı toplamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
afarızlamak |
: |
1. Hırsızlık etmek, çalmak, aşırmak. 2. Soğuk almış hayvanları tedavi etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
afat |
: |
Yaramaz, afet, tufan. |
afedeŋ |
: |
Af edersin. “Afeden eşşân bir tarafına un yüglediller, bir tarafına burgur, gız evinde bişeceg yemek oulan evinden gederdi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
afen |
: |
Kalite olarak düşük, ehven. “Akşamın hayrından sabahın şerri afendir.” (Andırın Atasözü) |
ȃferen gimi |
: |
Benzetme amaçlı olarak birine bir şeyleri verip, söyleyip araya girip arayı bozan, zehriveren, ama zehre zerk etmeyen kişi. |
a:fet |
: |
Güzel ve endamlı kadın. “Bire âfet sürdür atın Geçer çağın demedim mi Haramî olmuş gözlerin Beller keser demedim mi” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 450) |
afferin |
: |
Övme, takdir, beğenme vb. duyguları belirtmek için söylenen söz, bravo. |
afır |
: |
Ağır. Na:dar afırsın yav |
afırmak |
: |
Öfkeyle ağzına geleni saymak, küfretmek, bağırıp çağırmak, paylamak. |
afkalamak |
: |
Çamaşırı sıkıca ovalama, bastırma. Karşıdakini fazla olamamak şartı ile biraz sarsıp, dövmek. |
aflak |
: |
Bir av kuşunun ismi. Karahacılı ismindeki Türkmen aşireti'nin Adana Valisi Halil Paşa'nın (1862- 1864-1865) Adana'nın kuzeyinde Seyhan Vadisi üzerinde dağ eteklerine yerleştirilen Dadaloğlu'nun soyunu teşkil eden Karahacılı bucağının 24 parça köyünden biridir. Bu köye halk "Aflak" dediği halde resmi işlerde "eflak" olarak geçer. |
aftala:ca |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; haftalarca. |
afur |
: |
İkinci kalite salatalık. |
afzal |
: |
Daha iyi, efdal. |
aga |
: |
1. Ağabey, büyük erkek kardeş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) 2. Baba. |
agap dönmek |
: |
Aynı yerde debelenip durmak, olduğu yerde dönüp durmak. |
agibet |
: |
Akıbet, son, sonuç. “Agibedimiz hayıllossun.” |
agdarmag |
: |
Altını üstüne getirmek. |
agkın |
: |
Yüksek, muvazenesi bozuk, denk, yük. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
aglatagla |
: |
Altüst. “Aglatagla döndürmek, aglatagla etmek, aglatagla olmak şeklinde kullanılır.” |
agmın |
: |
Pislik, insan pisliği. Eskiden helalarda kokuyu önlemek için pisliğin üstüne kül dökülerek tarlalara atılırdı. Bu karışıma da agmın denilmektedir. “Nêdici:z olum; benimle âleşiyorsunuz elleham, agmını da mı bilmiyorsûz?” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
aġraba |
: |
Akraba. |
agrebe |
: |
Akraba. |
agsuata |
: |
Alışveriş. |
ağ |
: |
1. Ak, beyaz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.)Yörüklerde sevgi ve kutsallığı simgeleyen bir renktir. 2. Tarla sınırı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Gerdanın göğüsten üste kalan bölümü. “Karacoğlan der ki indim bağına Arkamı da verdim Keşiş Dağı’na Yüzüm sürdüm ak gerdanın ağına Kokar menecşesi gülü Bursa’nın” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.538) 4. Ağu, zehir. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Hösüyün’üm, Bey dediğim Ağlar olsun yediğim Yürême derd oluyor Kellen kesile dediğim” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Avşar Hüseyin’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Süleyman Bal (Çoban Kê)) |
ağ baht, ağıbaht |
: |
İyi talih. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağ dut dalı |
: |
Yara iyileştiren ot ismi. |
ağ itiŋ pamukçuya zararı olur |
: |
Toroslar bölgesinden bir özlü söz. |
ağ bez |
: |
Beyaz patiska, kâğıt bezi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağa böcü |
: |
Örümcek. |
ağ pakla |
: |
Kuru fasulye. |
ağ sakallılar |
: |
Köyün aklıbaşında yaşlıları. |
ağ’yedirir |
: |
Ağı yedirir. Karac’oğlan der ki n'edip ne bilmez Gizli habarını yad eller bilmez Ekmek ile tatlı cana kıyılmaz Bir gün ağ'yedirir dostum aşınan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.524 |
ağa |
: |
1. Ağabey, büyük erkek kardeş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Bir topluluğun önde gelen kişisi. “On beşimiz avlağını avlasa On beşimiz ireçberlik eylese Otuzumuz ağa misli söylese İçimizde serdar olsa birimiz” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.650) 3. Baba, koca. “Fadıl’ın önü dere Çadır kurdum gere gere Sen de yoksun gayri ağam Kim gelecek koca eve” (Yusuf Delikoca, Çukurova Kahramanları, Ekrem Matbaası, Adana 2006) |
ağa böcü |
: |
Örümcek. Ağāçlarda ağa böcü olur, o senin üstüne düşse ǥabartır. |
ağaca |
: |
Çok açık mavi, gök mavisi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağacık |
: |
1. Ağaçların uzun dalları. 2. Ağabey, büyük erkek kardeş. 3. İşte, şurada. Ağacıḵ dėrdiḵ biz ardıç ağaçların uzun dallarına. |
ağaçtan at |
: |
Tabut. |
ağada |
: |
Ağıta. |
ağal |
: |
1. Bahçe ve tarla kenarını çalıyla çevirme, çit. “Evlerinin önü ağal Otlar bitti cağal cağal Tez gel babamoğlu tez gel Daha senin çağın değil” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) 2. Ağaç dallarından yapılan tarla veya bahçe korumalığı. “ağal ağal” ifadesi ile evinin çevresi bakımlı demek istenir. 3. Eğil. 4. Gece kırda yatırılan koyun sürüsünü korumak için yapılan çitle çevrili yer, açık ağıl. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağ(a)lar |
: |
Ağalar. “Bire ağ(a)lar bire beğler Ölmeden bir dem sürelim Gözümüze kara toprak Girmeden bir dem sürelim” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.497) |
ağalar |
: |
Ağaların. “Ağalar içmesi hoştur O da züğürtlere güçtür Can kafeste duran kuştur Elbet uçar gider bir gün” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.568) |
ağalarıŋ teklif etmiş |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır.Teklif etmek, şölene çağırmak. |
ağamgil |
: |
Kardeşlerim anlamında. “Şurda, derenin kenarında biri ölmüş… Ağamgil ona bakıyorlar da dedi Dikeç Bekir.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar”, Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
ağan ağacı |
: |
Zakkum. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ağan çalısı |
: |
Zakkum. |
ağanak |
: |
Yeni doğurmuş keçi veya koyunun, oğlak ve kuzusunun üzerindeki yapışkan koruyucu , zar gibi bir sıvı. “Halep kızı az önce guzladı. Daha emiliğinin ağanağı bile kurumadı.” |
ağar |
: |
1. Ağır. “Üç gün sonra geldi habar Yola düşdüm apar topar Midesi ağrıyor sandım Bacım yaraların ağar” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) 2. Ağırbaşlı. 3. Zengin. “Yüksek galdırın salını Gedsin görünü görünü Bu kimin nesi derlerse Ağar tüccarın gelini” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) 4. derin. |
ağarlamak |
: |
Konuk etmek, yedirmek içirmek. “Tok ağarlaması zorumuş.” |
ağarlık |
: |
Düğün ve çeyiz masraflarının karşılanması için erkek tarafından kız tarafına verilen bazı bölgelerde kalın parası olarak da tabir edilen başlık parası, mehri muaccel. “Başlık parası da tarih oldu, ağarlık da, kalın kesmek de.” |
ağartı |
: |
Ayran, yoğurt ve süt için kullanılır. Bunların ortak adıdır. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
ağat |
: |
Ölen bir kimsenin iyi hallerini ve ölümünden duyulan acıyı sayıp dökerek ezgili bir şekilde ağlama işi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) “Bu arada garının gulağana bir şey çalınıyor, ağat sesi gimi bir şey. Garı, ulan bu neyin nesi guzum diye gapıya çıkıyor bir de bakıyor ki bu ses güvenin odasından geliyor.” |
ağartma |
: |
Beyazlatma. |
ağaya da kabahat bulak ama abıla da gız doğurmuş |
: |
Toroslar bölgesinden bir deyim. |
ağayollu |
: |
Ağaların yolunca, ağalar gibi gelenek ve göreneklere uygun davranan kimse. “Gülek Kalesi’nde bellidir yârim İçinde oturan bir ağayollum Tekerek başı da domurcuk güllüm Allı sunam kalk gidelim yaylaya” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.399) |
ağaz |
: |
Yeni yavrulamış büyükbaş hayvanın koyu ve yapışkan olan ilk sütü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ağba |
: |
Sazlık, bataklı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ağbaz ağbaz |
: |
Küme küme, kafile kafile. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) Ağbaz ağbaz göçü gider gözelin. |
ağbez ağbez eller |
: |
Kül rengi memleket. |
ağbi |
: |
Abi. |
ağbörek |
: |
Main şekilli motiflerle süslenmiş bir çuval dokuması. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağca |
: |
1. Pamuk ipliğinden dokunan ve üzerine hassas şeyleri (bulgur, pamuk vs) sererek kurutmak için kullanılan yaygı, çul. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Siyahlı beyazlı, alaca. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Sen asla kötüyneneyleme pazar Hamaylılar takın değmesin nazar Ağca ceran gimi çölde ne gezer Tülü maya gibi sallan gez gelin” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.553) 3. Beyaz, beyazca, akça. “Akmaz iken kanlı Cihan Boz bulanık sel gidiyor Başucunda ağca makat Günden yana gölg’ediyor” (M. Sabri Köz, Elbistan ve Adana Yöresi Ağıtlar, Boğaziçi Üni. Halk Bilimi Yıllığı 1975, İstanbul) 4. Beyaz kilim. |
Ağcadağ |
: |
Akçadağ. Andırın/ Rıfatiye köyünün kuzeyinde, aynı köyün sınırı içerisinde bulunan, adına efsaneler oluşturmuş çevrenin en ünlü dağlarının başında gelen, kutlu kabul edilen bir dağ. |
ağcak |
: |
Zakkum. |
ağcaklık |
: |
Ağcak, zakkum ağacının, çalısının olduğu alan. |
a:calık |
: |
Mükafat, bahşiş, ödül. |
ağcebek, ağcabeğ |
: |
Börülce. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
ağcıl |
: |
Beyazı çok olan, akçıl, beyazlı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Saçı bir gecede ağcıllandı.” |
ağda |
: |
Pekmezin koyulaşıp katılaşmış hali. |
ağdalaşmak |
: |
Şekerlenerek katılaşmak. “Reçel ağdalaştı” |
ağdaşı aynatmak, garadaşı gaynatmak |
: |
Ortalığı velveleye vermek; fitnecilik. |
ağdık |
: |
Özür, kusur, kabahat. |
ağdırmak |
: |
1. Ağır gelmek. 2. Herhangi bir yere tırmanma. Yukarıya doğru tırmanmak. 3. Bir şeyi eğmek, meylettirmek, çekmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağı |
: |
Zehir. “Tomofili getirin de Götürelim Adana’ya Ağı verir de öldürür Güvenilmez hademeye” (Kaynak: Osman Taştan, Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72)
“Karacoğlan der ki ismim öğerler Ağı oldu bildiğimiz şekerler Güzel sever deyi isnad ederler Benim Hak’tan özge sevdiğim mi var? (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.581) |
ağı böcüsü |
: |
Ağaç ve çalılarda yuva yapıp yaprak yiyen tırtıl. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ağı katmak |
: |
Zehir koymak. “Karacoğlan yâri gördüm ıraktan Gözlerim dolmuştu kan ağlamaktan Korkarım sevdiğim zalım felekten Bir gün ağı katar aşıma benim” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.499) |
ağıbaht |
: |
İyi talih. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. Ada. Osm.) |
ağıl |
: |
Etrafı çalılarla çevrilmiş içerisinde koyun ve keçilerin barındırıldığı yer. |
ağılık |
: |
Zakkum. |
ağıloğu |
: |
Zakkum. |
ağımsı |
: |
Beyazımsı, beyaza yakın. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ağın |
: |
Akarsu kıyılarında, genellikle dere yatakları boyunca kendiliğinden yetişen, boyu 1-2 metreyi bulabilen, yaz kış sürekli yapraklı olan, pembe ya da beyaz renkli çiçekler açan, zehirli bir bitki, zakkum. |
ağır |
: |
1. Rütbe, mertebe. 2. Olgun, terbiyeli, oturaklı, aklı başında. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağır adam |
: |
Değerli, saygın adam. |
ağır saltanat |
: |
Çok gösterişli, göz kamaştırıcı yaşama şekli. “Karac’oğlan der ki yerim içerim Ağır saltanatla konar göçerim Ahdım olsun seni alır kaçarım Ferman çıkarsınlar bir benim için” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.543) |
ağır taş batman döver |
: |
“Kişi ağırbaşlı olmalıdır. Ağırbaşlılık her zaman iyidir, ağırbaşlılık erdemliliktir. En büyük kabadayılık efendiliktir.” anlamında kullanılır. “Ağır taş batman döğer kabilinden, hiç ağzını açmıyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ağır yemek |
: |
Kaliteli ve bol yemek. |
ağır ziynet |
: |
Fazla süs eşyası, çokça takı. “Arzularım kaldı bir Arab atta Koyma Kadir Mevlâ’m gamda firkatta Düğünde, bayramda ağır ziynette Anar m’ola emmi dayı el bizi” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.469) |
ağırlık |
: |
1. Yaylacıların yaylada ürettikleri mal ve eşyalar. 2. Dünürcülerin erkekleri tarafından çeyiz düzmesi için geline verilen para, başlık. Bu paraya eskiden kalın derlerdi Andırın’da. Kalın kesme tabiri kullanılırdı. Yaklaşık 40 yılı aşkın bir süredir bu adet artık hiç kullanılmıyor. 3. Deve yükü. 4. Düğün ve çeyiz masraflarının karşılanması için erkek tarafından kız tarafına verilen bazı bölgelerde kalın parası olarak da tabir edilen başlık parası, mehri muaccel. “Başlık parası da tarih oldu, ağırlık da, kalın kesmek de.” |
ağırşak |
: |
Bir çeşit kirmen. |
ağışmak |
: |
1. Konuşmak. 2. Topluca koşuşmak, birlikte hücum etmek. |
ağıt |
: |
Ölen bir kimsenin iyi hallerini ve ölümünden duyulan acıyı sayıp dökerek ezgili bir şekilde ağlama işi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr. Osm.) Bölgemizden Ermeni Katliamına ilişkin bir ağıt: HACIN/HAÇİN AĞITI (SAİMBEYLİLERİN AĞITI, MELEK HATUNUN AĞITI): Tespit ettiğimiz örnekler içerisinde en yaygın olanı bu ağıttır. Ağıtı, Yarpuzizâde Abdülgafur Efendinin eşi Melek Hanım söylemiştir. Hacın’ı sahiplenmeye çalışan Ermeniler, Melek Hanımı, eşini, çocuklarını (sadece kızı Atfiye kurtulmuştur), akrabalarını ve çevresindeki daha birçok insanı esir alıp onun gözleri önünde insanlık dışı işkencelerle katlederler. En sonunda onu da öldürürler. Ermeniler tarafından esir alınan yakınlarının nasıl öldürüldüğüne şahit olan Melek Hanım, 20 dörtlükten oluşan bir ağıtta gördüklerini ve yaşadıklarını tek tek anlatır. Söz konusu ağıt, Melek Hanım da öldürüldükten sonra ona ait bir bohçadan çıkar. Muhtemelen okuma yazması olmayan Melek Hanımın söylediği ağıtı, birileri yazıya geçirmiş bir nüshasını da kendisine vermişlerdir. Bir rivayete göre, ağıtı bir Ermeni kızı yazmıştır. Bir başka rivayete göre de kendisiyle birlikte tutsak edilenlerden bir kız yazmıştır. Çeşitli âşıklar tarafından seslendirilen ve TRT repertuvarına da giren bu ağıtta Türklere yaşatılan vahşet bütün ayrıntılarıyla gözler önüne serilmektedir:
Muşambaya yatırmışlar Etrafında geziyorlar Sen çete topladın deyi Çalgı ile yüzüyorlar!
Ala kanlı sürüyerek Taşköprü’yü aşırmışlar Yoldan sapıp kaçtın diye Kurşun ile bişirmişler
Kadanı alayım kaynım Son görgü de bu muyudu Çifte kurşun sıkılınca Düşek yerin su muyudu
Baş katibi öldürmüşler Değnek ile döve döve Kürt Genco'yu yüzüyorlar Özne gibi öve öve
Örflüyüdün Genco Çavuş Gâvurlara eyle zavır Osman’ımı öldürüyor Çamsaroğlu Koca Gâvur
Sekiz Gâvur bir gelince Osman’ımı şaşırdılar Baban çetebaşı diye Hacı Ahmed'i bişirdiler
Hacın oldu kanlı kuyu Uyu Osman oğlum uyu Hücum etti alamadı Yıkılasın Sultan suyu
Aman bu ne acı işler Babasını öldürmüşler Atfiye'me selam söylen Gökyüzünde uçan kuşlar
Şefika’mı öldürmüşler Mektebin önünde yatar Babam oğlu Koç Bilâl'ım Bunu duysa neler yapar
Amir memur demediler Hep bir ipe bağladılar Bekiroğlu Dede Ağa'yı Demirlerle dağladılar
Zabıt Katibi Memmedi Topuz ile dövüyorlar Enfiyeci Hüseyin'i Teller ile boğuyorlar
Meydan kazanı kuruldu Bebekleri kaynattılar Güngörmedik hanımları Süngü ile oynattılar
Kapı kapı geziyorlar İfadeyi yazıyorlar Düşman başına vermesin Oğlak gibi yüzüyorlar
Kele Dudu kele Dudu "Kanlı gömlek yu" diyorlar Bebekleri kaynatmışlar "Kuzu eti ye" diyorlar
Yaşa babam oğlu yaşa Bu da gelir imiş başa Kaytancı Hüseyin Efendi Sarığı sardırmış taşa
Kara Osmanım ağ mesud'um Bunları ben elimle verdim Bu ne hikmet ey Allahım! Gavıra el'aman dedim
Bir taş attı kapımıza Sebeb oldu hepimize Babam oğlu Beğ Bilal'ım Dolan gel boş yapımıza
Çam oluktan top atıldı Cebeci başını yitirdi Eyice at topçu başı Aram çok ocak batırdı
Hançer bıçak alıyorlar Gayri beni kesiciler Ayan olsun Doğan Bey'e Urumluyu basıcılar
Bohçalarda altın saat Ben bunları neyleyim Elaman ey Aram Çavuş İki destan daha söyleyeyim
Her bir mısraında farklı bir işkencenin anlatıldığı ağıt, Türklere uygulanan soykırımın açık bir örneğidir. Olayları yaşayan tanıkların anlattıklarına göre Ermeniler, genellikle ses duyulmasın diye tüfek veya tabancayla öldürmek yerine keserek, tel veya iple boğarak, taşla/topuzla ezerek, kızgın demirlerle dağlayarak ya da süngüleyerek öldürürlermiş. Ancak burada, bu işkencelerin daha fazlasını görmekteyiz. Hedeflerinin sadece Türkleri öldürmek değil, öldürmeden önce onlara ellerinden geldiğince acı çektirmek olduğu aşikârdır. Bir anneye yapılabilecek enağır zulüm gözleri önünde yavrusuna işkence edilmesidir. Bunlar bebekleri öldürdükleri, kazanlarda kaynattıkları yetmiyormuş gibi bir de annelerine yedirmeye çalışırlar. “Hacın oldu ganlı guyu” mısraı, bölgede yapılan katliamın vahametini açıkça ifade etmektedir. Bütün yakınlarının ölümüne tanık olan Melek Hanımın gücüne giden en kötü durum ise; “Bu ne hikmet ey Allah’ım / Gâvura el’aman dedim” mısralarından da anlaşılacağı üzere Ermenilere yalvarmasıdır. Her Türk kadını gibi Melek Hanım da vatanı için her şeyi yapabilir. Ama ne olursa olsun, düşman karşısında eğilmez. Ağıttaki mısralardan anlaşılacağı üzere, Melek Hanım, yakın çevresinin maruz kaldığı işkencelere dayanamayıp Ermenilere yapmamaları için yalvarmıştır. Ama bu durum ona hepsinden daha acı gelmiştir. Ağıt; “Eleman olsun Aram Çavuş / İki destan daha söyleyim” mısraları ile bitmektedir. Bu sözlerden anlaşılıyor ki, Melek Hanımın söyleyecekleri henüz bitmemiştir. Onun, yapılan işkenceleri, çekilen acıları anlatabilmesi için iki destan daha söylemesi gerekmektedir. Bu durum, ağıtta geçen sözlerin abartılı olmayıp, aksine yaşanan zulmün çok azını anlattığına somut bir delildir. (Esma ŞİMŞEK, “Ermeni Mezalimini Konu Alan Çukurova Ağıtları Üzerine Bir Değerlendirme”, 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum 23 Cilt 6 Sayı 16 Bahar 2017.) |
ağıt yakmak |
: |
1. Ağıt söylemek, ölen bir kimsenin iyi hallerini ve ölümünden duyulan acıyı sayıp dökerek ezgili bir biçimde ağlamak. 2. Yeni bir ağıt düzmek, söylemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) “Üç gün sonra karısı, Kır İsmail’in kızı ağlamaya, ağıt yakmaya başlayacak, sonra da Seferin imi timi bellisiz olacak.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ağıtçı |
: |
Ölen bir kimsenin iyi hallerini ve ölümünden duyulan acıyı sayıp dökerek ezgili bir şekilde ağlama işini yapan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Atım da yürürdü yeğrek Boynunu yana eğerek Bakman gomşularım bakman Ağıtçıya öğüt gerek” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ağıtkan |
: |
Çok ağlayan. |
ağıtlamak |
: |
Şiir söylemek. “Bele Karac’oğlan bele Bülbül konar daldan dala Geleceğin bilsem yola Ağıtlardım taşlarına" (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.410) |
ağız |
: |
1. Yeni yavrulamış hayvanın ilk sütü. 2. Mutfak. 3. Olgunlaşan pamuk kozalarının toplanma işleminin her biri. İlk toplanan pamuğa ilk ağız denir. Bir süre geçince kalan kozalar açar ve bunada 2. ağız denir. Bazan 3 hatta 4 ağız pamuk kozası toplanabilir. “Bunun ikinci ağzı da birincisi gibi olacak. Dön arkana da ilk topladığımız yerlere bak. İlk ağız gibi açmış.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 3. Sefer, defa, kere. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ağız adak |
: |
Ağız yüz anlamında bir ikileme. |
ağız bağı |
: |
Çuval ağzı bağlamakta kullanılan ip, sicim. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağız dadı yemek |
: |
Söz kesme, nişan. “Bu akşam Dayımın Memmedi’nin ağız dadını yiyeceklermiş. Dayım telefonda söyledi.” |
ağız dadı, ağız tadı |
: |
Nişan veya düğünde oğlan tarafından kız evine gönderilen şeker, tatlı, yemiş gibi hediyeler. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağız dağıtmak |
: |
Küfretmek, ağıza geleni söylemek, ağız bozmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağız dalaşı |
: |
Söz kavgası, sözle yapılan kavga. |
a:z / ağız gevmek |
: |
Bir işi yapmakta gönülsüzlük belirtisi olarak sözü uzatmak. |
ağızlanmak |
: |
(Bitki için) Filiz vermek, büyümeye başlamak. |
ağızlık |
: |
1. Kuyuların ağızlarına konan delikli taş. 2. Huni |
ağızlık almak |
: |
Bir kürek sığacak şekilde ark açmak. |
ağızsız |
: |
Konuşmasını bilmeyen, ağzı laf yapamayan. |
ağlak |
: |
1. Tezce ağlayan, göz yaşını tutamayan. 2. Vara yoğa ağlayan, sulu gözlü. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağlar |
: |
Ağlayan. “Hey ağalar izin verin gideyim Arkamsıra ah çekip te ağlar var Bir muradım nazlı yâre kavuşmak Ara yerde yıkılası dağlar var” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.583) |
ağlar uşağım yok, anırır eşeğim yok |
: |
Herhangi bir işi yapmak için engeli Bulunmamak. |
ağlarca |
: |
Kendisine açındıran, acıklı görünen. |
ağlarım |
: |
Ağlayan kimsem, ağlayanım. “Alçaklı yüksekli evlerim mi var? Kırmızı çubuklu bağlarım mı var? Geriden acıyıp ağlarım mı var? Sılam seni terk edeyim bir zaman (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.522) |
ağlarkana |
: |
Ağlar iken. “Ben emmimden oğrun gasdım Gelirken çalıya düşdüm Ben Memmed’e ağlarkana Hacı’m sen de mi uşdun?” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Üç Kardeşin Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Belkıse Gök (Ballı Hatın)) |
ağlaşıŋ |
: |
Hep birlikte ağlayın. “Ağlaşın bacım kızları Allah onarmaz bizleri Hatın da bahane oldu Göresim geldi sizleri” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
ağlayı ağlayı |
: |
Çokça ağlayarak, sürekli olarak ağlayarak. “Ağlayı ağlayı düştüm yollara Karışayım boz bulanık sellere Adı sanı duyulmadık ellere Gitmeyince gönül yardan ayrılmaz” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.645) |
ağlazlamak |
: |
Nizah çıkarmak, fesat çıkarmak, mızıkçılık etmek. |
ağlendirmek |
: |
Eğlendirmek, oyalamak. “Diyor Aşık Mehmet bu dertler taze Can hayran olmaz mı cilveye naza Serilmiş bir sufra her türlü meze Gönül ağlendirir nazınan seni” (Aşık Mehmet) |
ağlı |
: |
Beyazlı. “Hamaylısı var döşünde Ağlı fesi de başında Öldürmüşler Mullacığı Gargılığ’ın üst başında” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ağlıyamsımak |
: |
Ağlayacak gibi olmak. |
ağmak |
: |
1.Kabahat işlemek. 2. Yukarıya doğru tırmanma, yokuş(rampa) yukarı çıkmak. 3. Toplamak. 4. (Bulut, kuş) göğe doğru yükselmek, süzülerek yukarı doğru çıkmak, yükselmek, kaplamak. “Karacoğlan der ki güle ağdığım Bazı bazı hatırına değdiğim Yeğin ata binip seylan koğduğum O ıssız çölleri göresim geldi” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.440) |
ağman |
: |
Suç, kusur. |
ağna |
: |
Anla. |
ağnacı |
: |
Zakkum. |
ağnak |
: |
1.At, eşek gibi hayvanların debelendikleri tozlu, topraklı yer. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. (Hayvanlar için) ağnanılan, yatıp yuvarlanılan toprak. “Kapının önünü iki gündür sulamadım da ağnağı çıktı.” |
ağnak yeri |
: |
Eğlenip vakit geçirme yeri. |
ağnamak, a:namak |
: |
Özellikle toynaklı hayvanların asalaklardan kurtulmak yada kaşınmak için yerde yuvarlanmaları. |
ağnanma |
: |
Belenme ve yuvarlanma. |
ağnanmak |
: |
Belenmek ve yuvarlanmak. Özellikle toynaklı hayvanların asalaklardan kurtulmak ya da kaşınmak için yerde yuvarlanmaları. Sırtüstü yatıp sağa sola dönmek. |
ağnur |
: |
Gururlu, onurlu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağrı |
: |
1. Eğri. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Yön, taraf. 3. Yönünden, tarafından, den/dan. Tek başına kullanılmaz. Genellikle önceki sözcük den/dan biçimli olur. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) “Köyden ağrı gelenler var. Buradan ağrı bakınca görülür, cümlelerinde olduğu gibi.” “Padişah şöyle kıza bakmış ki, İstanbul’da değil dünyada bulunacak güzel değil. Aklından ağrı -ben bu kızın yiğidini öldürürüm, bu kızı alırım- demiş.” (Yaşar Kemal, Sarı Defterdekiler Folklor Derlemeleri, İş Bankası Kültür Yay. Nisan 2002, İstanbul, Hazırlayan Alpay Kabacalı) |
ağrıcaklı |
: |
Hastalıklı, ağrılı. |
ağrığına |
: |
Barınma yerine, konaklama yerine. |
ağrık |
: |
1. Göç zamanı dönünce alınmak üzere bir yere bırakılan, fazla eşya, ağırlık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Angarya, yüksünme. 3. Yaylaya gidecek ailenin yaylaya gitmeden bir gün önce gönderdiği eşyalar, eşya, yük. Genellikle hayvan sırtına yüklenecek ölçüde yük. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağrıkçı |
: |
Göçerlerin yüklerine yardım eden,taşınmalarını kolaylaştıran kişiler. “Allah razı olsun Andız Ali’den. On ağrıkçıya bedel idi. Allah duttuğunu altun eylesin.” |
ağrıklı |
: |
Marazlı, hastalıklı. |
ağrınma |
: |
İncinme, kırılma. |
ağrısız başa keten sarmak |
: |
Başına dert açmak. “Ağrısız başına keten sardı.” |
ağri |
: |
Eğri. “Hota emmimoğlum hota Sıçırar da biner ata Göl yerinde cirit oynar Ağri fersin duta duta” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ağri kömbe |
: |
Börek hamuru tahtada geniş bir tabak çapı genişliğinde yuvarlak olarak açılıp bu hamurun tam ortadan bir yarısına çökelekle veya ıspanakla hazırlanmış iç yerleştirilip hamurun boş olan kısmı içli kısmın üstüne kapatılır; Bir tabağın kenarıyla hamurun ucu eğri/ yuvarlak kesilip kapatılıp ve ekmeksacında pişirilip taze yağ ile yağlanıp çayın yanında yenen börek. |
ağsak |
: |
Hafifçe topallayan, topal, aksak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
ağsak it ağnağı |
: |
İnsanların rastgele girip çıktıkları yer. |
ağsamak, ağsımak |
: |
Topallamak, aksamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. İç.) |
ağsaya |
: |
Beyaz elbise. |
ağsik |
: |
Eksik “Aman felek, aman felek Ağsik mi diledim dilek Anam bana yakışır mı? Adana’da bebek goymak (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ağşam |
: |
Akşam. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “İkindi günler üzüldü Davarı yola düzüldü Yiğit benim Sar’aslan’ım Ağşamdan gözü süzüldü” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ağşamaca:, ağşamaça: |
: |
Akşama kadar. “Simonun iti: mi ağşamaça tin tin geziyon.” |
ağşamdan |
: |
Akşamdan, bir gün önce. |
ağşamı geşgin |
: |
Akşamın son anları, yatsı vaktine yakın zaman. |
ağşamınan |
: |
Akşamleyin. “Sabahanan bir yel esdi Ağşamınan gâvır basdı Gâvırımış gâvır düşman Gız, gelin goymadı kesdi” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ağşamınan barabar |
: |
Akşam olur olmaz, akşamleyin. |
ağşamlamak |
: |
Bir yerde bütün gün boyunca kalarak vakit geçirmek, vakti akşam etmek.Akşamı o an olduğu yerde beraber geçirmek, akşam misafir olarak kalmak. “İncir çekirdeği doldurmaz işinen ağşamladım galdım.” |
ağşamnan |
: |
Akşamleyin. |
ağveren, ȃferen |
: |
Yeşil renkli, bir tür kertenkele türü, yörede yılanlara zehri veren kertenkele olarakinanılır. |
ağyar |
: |
Başkaları, el, yabancı kimseler. “Karac’oğlan der ki yârin yâr ise Ağyâr ile muhabbeti yoğ ise Atım sende küheylanlık var ise Gece yar koynunda yatalım atım” Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 492
Ağyar gelmiş derler [senin] salana Desem benim derdim gelmes kelâma Ay mı doğdu gün mü doğdu âleme Yoksa yavrını ak göğsünü açtı mı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.643 |
ağza |
: |
Aza, üye. “Babamoğlu’nun kekili Bende goymadı akılı Hemi reis hemi ağza Hemi de millevekili” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Karcı İs-mail (Kahveci)’İn Ağıdı, Kaynak Kişi: İbrahim Gök) |
ağzcı:n yumula |
: |
Ölesin, ağzını çatalar. |
ağzı ayrık ayran delisi |
: |
Aptal aptal, amaçsızca gezen kimse. “Ağzı ayrık ayran delisi.” |
ağzı ayrık kalmak |
: |
Umulmayan, beklenmeyen ya da meydana geliş şekli anlaşılmayan bir olay karşısında beğenme ile birlikte şaşırma duygusuna kapılmak. “Yörüklerle ilgili araştırma yapmaya gittiğimizde bize dağ başındaki çadırlarında kısa bir sürede öyle bir sofra hazırladılar ki bir kuş sütü eksikti, vallahi hepimizin ağzı ayrık kaldı.” |
ağzı barabar |
: |
Bir şeyin ağzına kadar dolu olması hali. |
ağzı berk |
: |
Sır vermeyen, ketum kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağzı cıvık adam |
: |
Dedikoducu adam. |
ağzı gavlak |
: |
Gereksiz, yersiz konuşan ve sır tutmayan anlamında kullanılır.Diline, sözüne sahip olmayan. “Sakın ola ona sırrını demiyesin. Ağzı gavlağın biri o.” |
ağzı gerik |
: |
Kilimlerde kullanılan bir motif adı. Pırtlağı var, ağzı gėriği var çoḵ gúzel olur kilimler. |
a:zı / ağzı gırılmak |
: |
Etkisini kaybetmek, gücün zayıflaması. |
ağzı güzel |
: |
Kibar, terbiyeli konuşan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağzı kara |
: |
1. Kötü sözlü, ağzından kötü söz çıkan. 2. Tahtacılarda ikrarı alınmamış kişilere verilen ad. 3. Toprağın yüzündeki yarık ve çukurlarda biriken sular. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ağzı kilitli |
: |
Sır saklayan, here heçe konuşmayan. |
ağzı koyun |
: |
Yüzü üstüne, yüzü yere gelecek şekilde, yüzükoyun. “Sonra bir yolun ortasınağzı koyun düştü kaldı” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ağzı pek |
: |
Sır tutan, ağzından kötü söz çıkmayan. |
ağzı sile |
: |
Ağzına kadar dolu. |
ağzı şeker dili bal |
: |
Ağzı, dili tatlı sevgili. |
ağzı taplı |
: |
Güzel, etkili konuşan kimse. |
a:zı / ağzı uçuklamak |
: |
Ağzında uçuk çıkmak, çok şaşırmak. |
ağzı üce |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Ters L şeklinde bir örs olup, çalışma yüzeyi uzundur. Her üretilen kabın belli aşamalarında bu örs kullanılır. Ağzı yukarıya doğru olduğu için bu adı almıştır. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 38) |
ağzı yukarı |
: |
Sırtüstü. “Güneşin altına ağzı yukarı uzanıp kalma. Güneş çarpar sonra.” |
ağzı yumulasıca |
: |
Ölesice. |
ağzı yüzüŋ guyu |
: |
Karnın yere değecek biçimde yatmak. İniş aşağı. |
ağzıcığı yumulasıca |
: |
Ölesice anlamında kullanılır. “Ağzıcığı yumulasıca.” |
ağzın |
: |
Ağzını. Karac’oğlan der zâtiye Ağzın benzettim kutuya Güzeller düşmüş kötüye Uygun değil eşin gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.549 |
a:zına / ağzına bakmak |
: |
Karşıdaki ne söylerse yapacak şekilde söyleyeceği şeyi beklemek. |
ağzına çöp ölçmek |
: |
Ağzını yoklamak, sınamak, laf almaya çalımsak. “Ağzına çöp ölçerdim. Bülbül gibi öttü. Eteğindeki tüm daşları döktü.” |
ağzına ip ölçermek |
: |
Ağzını aramak, sezdirmeden niyetini öğrenmeye çalışmak. “Ağzına ip ölçerdim. Her şeyi bülbül gimi öttü.” |
a:zına / ağzına itin sıçtığı |
: |
Yapılacak bir hayırlı işi bozmaya çalışanların ardından yahut yüzüne karşı şerefsizin evladı der gibi söylenen bir hakaret sözü. |
ağzına kemçilmek |
: |
Taklit ederek dalga geçmek, öykünmek. |
ağzına öykenmek |
: |
(Bir kimsenin) Söylediklerini taklit etmek. “Manyak mısın sen ne ağzıma öykenip duruyon iki saattir öyle” |
ağzınaça |
: |
Ağzına kadar. “Kayalarda biter tucca Bacısının adı Hacca Yernik giden anam oğlu Ağzınaçaa dolu macca” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Mustafa Kıraç’ın Ağıtı, Derleyen: Erol Yıldırım, Kaynak Kişi: İzzet Kıraç) |
ağzınâdar |
: |
Ağzına kadar, sile. “Ağzınâdar doldur şişi:.” |
ağzında yumuş kakılı |
: |
“Emir vermekten hoşlanan kimse” veya “Her ağzını açışında bir buyruk veriyor” anlamında kullanılır. “Ağzı yumuş kakılı.” |
ağzından çıksıŋ, yakaŋa dağılsın |
: |
Toroslar bölgesinden bir kargış.. |
ağzından osurmak |
: |
Yakışıksız ve adaba mugayır (edepsizce) konuşmak. |
ağzını ayırmak |
: |
Şaşkınlıktan ya da tembellikten kendini unutmak. “İş yaparken etrafı seyretmek, başka işlere dalarak asıl işi unutmak” anlamında kullanılan bir deyimdir. |
ağzını bozmak |
: |
Bir kimseye karşı kötü söz söylemek, küfretmek. |
ağzını sarartmak |
: |
Tembel tembel, başıboş dolaşmak. “Ağzını sarartana ekmek vermezler bu diyarda. Daş ol da baş yar” |
ağzını silmek |
: |
Bir kimsenin söylediklerinin, yanlış da olsa, doğru olduğunu savunmak veya öyle görünmek. “Onun ağzını silmek asli görevi olmuş.” |
ağzını (a:zını) vermek |
: |
İzlemek, seyretmek. |
ağzını vurmak |
: |
“Tadına bakmak” anlamında kullanılır. |
ağzını yokarı etmek |
: |
Kibirlenmek. |
ağzını yüceltmek |
: |
Kibirlenmek. |
ağzınıŋ domalışından omar dediğiŋ anlaşılıyor |
: |
Yüz ifadenden ne demek istediğin anlaşılıyor. “Ağzının domalışından Omar dediğin anlaşılıyor.” |
ağzınıŋ içi yumuş dolu |
: |
Her ağzını açtığında bir emir veriyor anlamında bir deyim. “Ağzının içi yumuş dolu.” |
ağzınıŋ kayarını vermek |
: |
Bir kimseye hak ettiği yanıtı vermek. |
ağzının ölçüsünü almak |
: |
Bir konuda birinin düşüncelerini öğrenmeye çalışmak. |
Ağzının yolağı yok (olmamak) |
: |
Düşünmeden konuşan kimseler için söylenir. |
ah, aḫ̮ |
: |
1. Pişmanlık ve bazen de öfke belirten bir söz. Hazret-i Mevlâ'dan dileğim budur Bülbül gibi işin ah ü zar olsun Beddua eylemem sana sitemkâr Gül gibi meskenin diken har olsun Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.565 2. Çoban köpeklerini çağırmak için kullanılan seslenme ünlemi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ah çekiben |
: |
Ah çekerek. Sensin gönül şu dünyadan fandan Ah çekiben yüreğimi eriden Cansız duvarlara binip yörüden Hünkâr Hacı Bektaş Pîr'den gelirim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.503 |
ah ediben |
: |
İnleyerek, ah ederek. Be felek senin elinden Ah ediben ben ağlarım Şâm ü seher ağlar gözüm Başımı döver ağlarım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.490 |
ah ile vah ile geçmek |
: |
Zamanı ainleyerek, sızlayarak ve üzüntü içinde geçirmek. Turnalar havadan geçer Mâh yüzlere nurlar saçar Ah ile vah ile geçer Günü yârdan ayrılanın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.535 |
ah ile zar |
: |
Ağlayıp sızlamak, ağlayıp inleme. Artırayım âhım ile zârımı Harcedeyim elde olan varımı Önde sonra vereceksin yârimi Hemen ver hey güzel Allah hemen ver Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.594 |
ah u feryat eylemek |
: |
Ağlayıp, bağırıp çağırmak, feryat figan eylemek. Yazın geldiceğin neden bilelim Gül açılmış yapraklan solgundur Gece gündüz ah u feryad eylerim Hiç demezler bir yosmaya vurgundur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.618 |
ah u figan |
: |
Ağlayıp feryat etmek. Karac’oğlan Mevlâ yazmış fermanım Semaya sed çekti âh ü figanım Lütfedip ağlatma nazlı gülşanım Bize bu ayrılık Hak'tan iş oldu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.638 |
ah u zar/ah zar |
: |
Ağlayıp inleme. Karac’oğlan eydür ah u zarımdır Bu dünyada hasret benim yârimdir Gâhi bir bulanmak kisb ü kânmdır Tuna seli gibi akar yörürüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.516 |
aha |
: |
Daha, işte orada, işte, işte burada, işte böyle, gördüğünüz üzere böyle. “Aha Hatçe dezze paramın hepici: bu. Gurban osun sa: 50 lire olsa heç vermezmi:m.” |
aha geddim |
: |
İşte ben gidiyorum. |
ahaba, aḫaba, aḫlantı |
: |
İniş aşağı, bayır aşağı, eğik. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Damı ahaba yap su göllenmesin. |
ahacıga |
: |
İşte, işte burada, işte böyle. |
ahacık |
: |
İşte, işte burada, işte böyle, hemen şurada. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ahacıka |
: |
İşte, işte burada, işte böyle. “Ahacıka bu seneki tarhanam. Ben elin eddi:ni hayatta yemem.” |
ahacına |
: |
İşte, işte burada, işte böyle, hemen şurada. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
ahah |
: |
1. Eyvah. 2. İşte, işte burada, işte böyle, hemen şurada. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
ahan |
: |
İşte, aha. |
ahancıga |
: |
İşte, işte burada, işte böyle. “O orosbu iki yol beni heç yere herife döodürdü. O elleri gırılasıca goco mertek de onun aklına uydu deyneanen her yerimi gırıp geçirdiydi. Bundan sôna o avradın canı çıksayanımda, azına bir yudum su versem ahancı:m. Bâ da Hatçe deme” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ahancıha |
: |
İşte orada, hemen şurada, bu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ahancık |
: |
İşte, işte burada, işte böyle. |
ahar |
: |
1. Çay, dere, akarsu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Ahır. “Yeldir Osman, Ali Yeldir Arabanı ahara galdır Emmilerin hep toplandı Söyle de onarı güldür” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) 3. Akar, gelir getiren mülk, akar. |
Ahar Dağı |
: |
Ahır Dağı. “Görünür Maraş”ın bağı Galmadı yüreğ’min yağı Gayg’eyleme geldik gardaş Görünüyor Ahar Dağı” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ahar vakti |
: |
Ahir vakti, son zaman, kıyamet, öşür zamanı. |
aharda |
: |
Ahırda. |
ahbab |
: |
Arkadaş, tanıdık. “Daima derdim yoldaşım Ahbabım yok hem de sırdaşım Ok yaydan çıktı gardaşım Bir soğuk of çekiyorum” (Alpay Kabacalı, Gül Yaprağın, S. 290)
Karşımızda karlı dağlar dağ olur Çevre yanı ¡reyhanlı bağ olur İyi günde yâren ahbap çoğ olur Dar günümde dost bulunmaz nedendir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.608 |
ahbeb |
: |
Dost, arkadaş. “Öteden beriden anam Hacılar köyü Gelir Erciyes Da’andan da içilmez suyu Yanıma gelmiyor da ahbabın biri Gelin ahbeblerim gelin yanıma Sebebim o tütünüm basın ganıma” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Vurulan Tütüncülerin Ağıdı, Kaynak Kişi: Hacı Ahmet Temiz) |
ahd |
: |
1. İçerde beslenen aşırı istek, içerden taşınan kin. “Angara’da Yaycı Müfdü Heç galmıyor bunun ahdi Ener duyar sevinirse Başına yıkılsın tahdı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Saplıcandan Ölen Vaysal Ağa’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Döne Ekici) 2. Yemin, söz verme. “Binerim atıma ben de aşarım Aşarım da karlı dağlar eşerim Ahdım olsun seni alır boşarım On ikipadişah kızı isen de” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 405) |
ahd almak |
: |
Verilen bir söz veya niyeti yerine getirmek. Kömür gözlüm senden ahdim alırım Alamazsam ben bu derdten ölürüm Güzeller içinde arar bulurum Güzeller serveri geysin karalar Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.577 |
ahd ile aman etmek |
: |
Kararlı bir biçimde söz vermek. Karac 'Oğlan eder ahd ile aman Mevlam farz etmiş beş vakit tamam Dünyada gezerim ben sağım demem Tenim teneşirde salım yoldadır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.597 |
ahd u aman |
: |
Kararlı bir biçimde söz verme. |
ahd u aman etmek |
: |
Kararlı bir şekilde söz vermek. “Karac’oğlan söyle sözü utanma Varıp yâd ellerin nârına yanma Gitti gurbet ele yar gelir sanma Ahd u aman edip gel kömür gözlüm” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
ahdı bütün |
: |
Sözünde duran. “Karac’oğlan der ki ahdına bütün Vermeli malı da almalı satın Gayetle nazlıdır kendisi hatun Korkarım ki sana göz değer gelin” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 549) |
ahdı olmak |
: |
Ant içmek, söz vermek, yemin etmek. Bir kız ile bir gelinin ahdi var Gelin der ki geydiğimiz al olur Ala göze siyah sürme çekince Gören âşık dîvân'olur lâl olur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.621 |
ahdın |
: |
Ahdını, sözünü, yeminini. Hep güzeller seyrângâha çıkmışlar Onlar da birinin ahdin tutmuşlar Güzel sevenlere yasak etmişler Ben yasak tutmaya kadir değilim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.498 |
ahdın tutmak |
: |
Bir konuda verilen sözü tutmak. |
ahe:y |
: |
Bir ünlem. |
aheli |
: |
Ahali. “Baharda yaylaya göçer Ahaliye altun saçar Ti:reki:di Vezir Emmim Haşdırın’da gayfe içer” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Zilfaroğlu Hacı Bey’in Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Belkıse Gök (Ballı Hatın)) |
ahfat |
: |
Oğul, evlat. |
ahha |
: |
1. İşte orada, hemen şurada, bu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) 2. Hayret, korku, keder, sevinç, kızgınlık, alay bildiren ünlem. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ahı kalmak |
: |
Verdiği sözü, ettiği niyeti yerine getirememek. “Ahım kaldı şu gelinin ahdında Deremedim güllerini vaktında Karanlık gecede kolum altında Yatmayınca gönül yardan ayrılmaz” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 645) |
ahıdmag |
: |
Akıtmak. |
ahıl |
: |
Akıl “O zaman bende ne ahıl varıdı ne de zehen varıdı. Cahallıg işde.” |
ahıldağne, ahılda:ne |
: |
Herkese akıl veren, akıl danışılan kimse. “Ahıldağnesi de gendisii mi.” |
ahımşahım |
: |
Çok güzel. “Her düğünde velime yemeği olsa da her düğün evinde milletin canına sinerek yiyebileceği ahımşahım oturacak bir yer bulunmazdı. Yemek dolu tabaklarını alan, avlunun bir köşesine çömelir, bulduğu bir tahtanın, bir taşın, kırılamamış bir odun kütüğünün üzerine oturur çalardı kaşığı…” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ahır |
: |
Son. Evvel Allah âhır Allah Andan ulu gelmemiştir Hak Muhammed'den sevgili Hakk'ın kulu gelmemiştir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.613 |
Ahır Dağı |
: |
Kahramanmaraş’ın yaslandığı dağın adı. |
ahır ömür |
: |
İnsan ömrünün son günleri. Buna felek derler felek Ne aman bilir ne dilek Âhır ömrümüzü helâk Etmeden bir dem sürelim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.497 |
ahır sekisi |
: |
Hanlarda ahırın bir köşesinde oturulup yatılan biraz yüksekçe yer. |
ahır zaman |
: |
Dünyanın sonu, kıyametin kopmasının yaklaştığı günler. Koyverdim kuşu da gitti dumana Ötesin sorarsan âhır zamana Bilmem akıllı mı bilmem dîvâne Boğum boğum kınalanmış sürmeli Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.445 |
ahırı |
: |
En sonunda, nihayetinde. |
ahıret |
: |
Öbür dünya, gerçek dünya, öteki dünya. Karac’oğlan der ki nic'olur halım Gün geçtikçe artmaktadır vebalım Az yaşa uz yaşa âhırı ölüm Âhırete karşı götür îmanı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.427 |
ahırlamak |
: |
Hayvanı uzun süre ahırda tutarak zayıflatmak. |
ahırotu |
: |
Papatyagillerden sarı çiçekli bir bitki. |
ahırsız at |
: |
Hiç ahıra bağlanmamış, yularsız, seyip at; yılkı atı. |
ahışmag |
: |
Kalabalık olarak koşuşmak. |
ahıt |
: |
1. Sumak ekşisi. 2. Şekerle yapılan koyu şerbet, ağda. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ahıtma |
: |
1. Altını ıslatma. 2. Hayvanların alnından burnuna doğru uzanan beyazlık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ahıtmalı |
: |
Alnının ortasında aşağıya doğru beyazlık akmış gibi görünen (hayvan). “Ev komşumuz mırtıktı. Göz güllüyü-akıtmalıyı-mıklıfı o zaman öğrendik.” (M. Metin Şirikçi, Maraş’ta, Yusufcuk Bas. Yay. Tan. Hiz. Ankara 2001) |
ahir |
: |
Son, sonraki. |
ahiret kardeşi |
: |
Tahtacılarda musahip olan çiftlerin birbirlerine verdikleri ad. |
ahiri |
: |
Sonu, sonunda, en sonunda. Nazlı yarim bana name göndermiş Ahiri yazılan bade selâmdır Cevabın gönderdim ben de o yare Kız benim koynumda gizli lâlemdir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.606 |
ahk |
: |
Ah, keşke. |
ahlat |
: |
Gülgillerden, kendi kendine yetişen ve üzerine armut aşılanan ve bu ağacın armuda benzeyen yemişi. |
ahlık |
: |
Balgam. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Ne zaman bir-iki kaşık andız bekmezi yese ahlık sökün ederdi ciğerinden.” |
Ahmad |
: |
Ahmet. “Yaslan dayım gızı yaslan Sabaha gelir Ali Osman Ahmadı düşmana verdik Küpeliyi ê(eyi) beslen” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kavgada Öldürülen Kara Ahmet’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Rabia Duman (Güngör)) |
ahnak |
: |
Atın, eşeğin debelendiği yer. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ahnamak |
: |
(Hayvan) Yerde yatıp yuvarlanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ahnıt |
: |
1. İhtiyar. 2. Sakat, hasta, kötürüm, zayıf. (TDK Derleme Sözlüğünden.Ada. Mr.) |
ahrap |
: |
Akrep. |
ahrap muhrap |
: |
Akrep gibi sokan hayvanlar. |
ahras, ahraz |
: |
Dilsiz ya da hem sağır, hem dilsiz. |
ahred |
: |
Öbür dünya. “Hele bakın el oğluna İki elin sokmuş goynuna Bu dünyada gavışmadık Ahredde dolan boynuma” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ahret |
: |
Ahiret. “Aydınlı bizim elimiz Ahrete döndü yolumuz Baban sehele göçücü Nasıl durucun yalınız” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Tüfek İçin Vurulan Ömer’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Bayram Tüten)
Karac’oğlan eydür mala tapıldı Dert kalmadı içerime tepildi İnsana ahrette ik' ev yapıldı Biri dolup da biri boş kalmasın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.558 |
ahşam |
: |
Akşam. “Eğildi halay başında Düşmanı gezer peşinde Dün ahşam da ayan oldu Garalar geydim düşümde” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ahteslik |
: |
İyi karşılanmayan işler, terbiyesizlik. |
âhu |
: |
Ceylan, ceylan gibi güzel kız veya kadın.. “Ala bulut gibi göğe ağarım Sulu sepken gibi yere yağarım Olanca ömrümü sana sunarım Kız seni boşarım âhu isen de” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 404) |
ahu kuşu |
: |
Baykuş. |
ahuzar |
: |
Üzüntü, gözyaşı. “Gözüm Araplı elinde Ellerim kaldı belimde Gan veriyor incomarım Ahuzarı var genelinde” (Derleyen: İbrahim Davutluoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
ahval |
: |
Haller, durumlar. Benden selâm eyle sevgili yâre Perîşan hatırın sor seher yeli Bildir ahvalimi dostuma benim Sevdiğim ne söyler sor seher yeli Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.446 |
ajur aşı |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Levha üzerine yapılan çizim işlemine denir. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 39) |
ak |
: |
Beyaz tenli sevgili. Ak yâri gördükçe ağladım coştum Al elinden dolu bâdeler içtim Kötüler sandı ki ben yârdan geçtim Ölmeyince çeker miyim elimi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.642 |
ak ġadem |
: |
Ah anam anlamına gelen bir söz. |
ak geçi |
: |
Tiftik keçisi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Ak geçiyi gören içi dolu yağ sanır. |
ak kök |
: |
Yetmemiş, ham. |
ak mürekkep |
: |
İnsanlardaki üreme suyu, meni. Hakk’ın kandilinde gizli sır idim Anamın beline indirdin beni Ak mürekkep idim kızıl kan ettin Türlü irenglere yandırdın beni (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.457) |
ak tahta |
: |
Göğüs, göğüs kafesi, insan göğsü. Bir gül oldum zemheride açıldım Açıldım da kız koynunda geçindim Kumaş oldum terzilerde biçildim Al da beni ak göğsüne bas gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.552 |
ak üstü güllü |
: |
Beyazın üstü kırmızımtırak. |
aka |
: |
Ağabey, büyük kardeş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Akamlara danışmadan asla karar veremem.” |
akaba |
: |
Eğim, meyil, iniş, eğimli yer, meyilli yer. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr. Osm.) “Halbırın akaba yanı (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
akabalı |
: |
Akış yönü meyilli. |
akabe |
: |
Eğim, meyil, iniş, eğimli yer, meyilli yer. |
akak |
: |
Su yolu, su yatağı. |
akam |
: |
Akayım. Karac’oğlan der ki elden ellere Akam gidem boz bulanık sellere Gövel ördek gibi gölden göllere Çırpına çırpına yüzer ikisi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.464 |
akamet |
: |
Kesintiye ugrama, verimsizlik, kısırlık, verimsizlik. Mec. Yarıda kalma, basarısızlık. |
akanak |
: |
1. Sakız elde edilen bitki kökü. 2. Çağlayan, ırmak veya derede suyun hızlı aktığı yer. |
akar |
: |
Irmak, dere, çay, küçük akarsu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
akarak |
: |
Su yolu. “Pınarın akarağı sel sularıyla birleşmiş.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
akarısta |
: |
Bir çeşit yumuşak buğday. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
akbacık |
: |
Beyaz görünümde olan. Bembeyaz, süt gibi, tertemiz. |
akça |
: |
1. Akçe, küçük altın para. Elimden aldırdım telli Hatça'yı Sarrafı da bilir altun akçayı Dolandım gezdim ben bağı bahçayı O dosta yiyecek nar bulamadım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.484 2. Bazı hayvanların türlerini belirleyen renk özelliği. Ablak kuğu akça kuğu Dal oynuna söydün bugün Dost karşımda salınırken Tatlı cana kıydın bugün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.571 3. Beyazlaşmış, ağarmış. 4. Temiz, pakça, beyazımtırak, beyaza yakın. Yörü bire güzel yörü Has bahçalar seyrân yeri Gelmez oldun dünden beri Küskün müsün akça gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.544 |
akça ceran |
: |
Boz ceylan. |
akça çığın |
: |
Bir nevi ötücü kuş. “Aşağıda akça çığın ötünce Katar başı mayaların sökünce Türk’ün olan Türkmeneli çökünce Kaypak Osmanlılar size aman mı? (Haşim Nezihi Okay, Köroğlu ve Dadaloğlu, May Yay., 1970) |
Akça Deniz |
: |
Amik Gölü. Yandı Çukurova yandı Eli bazlı beğler indi Tutu uçtu kumru kondu Akça Deniz gölün gördüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.513 |
akçalaşmak |
: |
Pazarlık yapmak, elleşmek. |
akçalık |
: |
Akçe kadar, akçe değerinde. Dilerim Subhan'dan olma bermurat Cisminde kalmasın bir akçalık zat Cennet yüzünü görme ilelebet Cehennem meskenin yerin nâr olsun Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.565 |
akçasız dellal |
: |
Bir söz veya haberi gittiği her yerde diline pelesenk edip anlatana derler. “Şadiye duyduysa yeter, belediye hoparlosuna vermie gerek yok. Akçasız dellaldir o.” |
akdarmak |
: |
Bir şeyi altüst etmek, karıştırmak, savurmak, boşaltmak, devretmek, hatmetmek, çevirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
akere |
: |
Öküz yemliği. “Misafir odasında sekiden sonra atlık, öküzlük, maklap, saman deposu, öküz damı, gezintilik (burası misafir sekisi önünde ve kapının karşısında ufak bir koridordur)bölümleri bulunur. Öküzlük, atlık ve öküz damlarında düzgün ve sabit olmak üzere ondan elliye kadar yemlikler bulunur ki bunların ismine akere denir.” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I) |
akgın |
: |
Çağlayan ırmak veya derede suyun hızla aktığı yer. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
akıbet |
: |
Genelde pek olumlu olmayan son, sonuç, sonunda. Neyleyeyim şu dünyanın ziynetin Akıbeti ölüm olduktan geri İstemem bahçada bülbüller ötsün Benim gonca gülüm solduktan geri Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.461 |
akıda |
: |
Çoğu kaynatmak suretiyle, akideleşmiş şeker, pekmez, koyu pekmez. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
akıdma |
: |
Sakar, atların alnında bulunan beyazlık, akıtma, sakar. “Akıdmasından tanırdım Döndü dezzemgilin gısrağını.” |
aḳıl balıK da:l |
: |
Henüz çocuk olan, yetişkin olmayan. |
akıl baylık oldu |
: |
Buluğ çağına girmek. “Akıl baylık oldun artık namazını kılsan orucunu tutsan ya.” |
akıl yiğide sermaye |
: |
Toroslar bölgesinden bir özlü söz. |
akıldan firik |
: |
Deli manasında kullanılmaktadır. “Akıldan firik.” |
akıldane |
: |
Herkesin akıl danıştığı kimse. Alay yollu kullanılır. “Akıldanesine bak hizaya gel.” |
akıldene |
: |
Üst akıl, akıl alınan kişi, bilge kişi. |
akılgan |
: |
1. Çabuk meyleden, sebatsız, maymun iştahlı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Küçük dere, suyun akması için verilen meyil. “Höllüoğlu, suyun kenarındaki bir akılganın içine çökmüş, çaput sallayıp teslim olmak isteyen Hürüce Ehmed’i teslim alıp almamayı düşünüyordu.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
akıllı sayı sayanaça: deli oğlunu everir |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
akıllım |
: |
Özellikle erkek çocuklar için kullanılan bir sevgi sözcüğü. “Hadi akıllım şu bir tas ayranı babana götürüver.” (Ahmet Türkmenoğlu, Çukurova Kadirli Dağkolu Türkmenağzı Sözlüğü, Arkeoloji ve Sanat Yay., İstanbul 2008) |
akılsız köpeği yol gocadır |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
akınmak |
: |
Gönül vermek, eğilim göstermek, meyletmek, sevmek. |
akışmak |
: |
Coşkulu bir şekilde koşuşmak, koşmak. “Gurban ollum müderrisim Oğlum desem yakışma mı? Sabatdan da Cuma günü Ardım’adam akışma mı?” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
akıt |
: |
1. Kontsantre, kaynatılmış özlü meyve suyu, tatlı kestirmesi, 2. Ekşi (kiraz, sumak ekşisi), 3. Şerbet. 4. Koyu pekmez. 5. Cıvık hamur. |
akıtma |
: |
1. Hamuru yağda kızartarak yapılan bir çeşit ekmek veya tatlı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Hayvanların alınlarının ortasından burunlarına doğru inen beyaz leke. 3. İşeme. 4. Enli bilezik. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
akıtma sakar |
: |
Atın alnındaki aklık. Alındaki akıtma atın soyunun iyi olduğunu belirtir. |
akıtmak |
: |
İşemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
akibet |
: |
Son. |
akiflenmek |
: |
: Ocağın altı harlı yandığında yemeğin aniden taşacak duruma gelmesi. Yemeğin altını gısın da akiflenmesin. |
akik |
: |
Çeşitli renklerde olan, yarı saydam, parlak ve değerli bir taş. Ak elinde sarı akik Yüzün yıkık boynun bükük Ak yâr dargın deyi duyduk Sen barıştır garbî yeli Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.446 |
akir |
: |
Eritilen yağın dibinde biriken tortu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aki:rmek |
: |
Akıvermek |
akis |
: |
Aksi. |
akka |
: |
Kaba. |
akkaraman |
: |
Bir koyun türü. |
akker |
: |
Alaca tüyleri olan kıl keçisi. |
Akkı |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; Hakkı. |
akkız |
: |
Kangal. |
akkozak |
: |
Beyaz olan tahtası yapılarda kullanılan bir çeşit ağaç. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
akla ziyandır |
: |
Akla zarar verir, insanı şaşırtır. Karac’oğlan der bu yer neresi Altunoluk Pınarbaşı arası İnce belde saçlarının turası Böyle selvi endam akla ziyândır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.600 |
aklan |
: |
1. Olgun, aklı başında adam. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Yeşil kabuğu kolay soyulan iyi cins bir ceviz. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Irmak, dere, çay, küçük akarsu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
aklı ermez g.tü çaput çeyner |
: |
Toroslar bölgesinden bir mumyalanmış söz. |
aklı evvel |
: |
Durum değerlendirmesi yapmadan, düşünüp taşınmadan hareket eden veya karar verenler için kullanılır. “Bırak bu aklı evvelliği.” |
aklı fazla gelmek |
: |
Aşırı zekanın kontrol edilememesi neticesinde bir çeşit psikiyatrik rahatsızlığın ortaya çıkması. Halk arasında sürmenaj oldu ya da Mecnun’a döndü derler. “Aklı fazla geldi zavallının.” |
aklı kesmek |
: |
Karşıdakinin düşüncesine hak verme, inanma, karşıdakinin düşüncesinin ne olduğunu kavrama. önceden bilme, tahmin, öngörü. |
aklı kısa |
: |
Akılsız. |
aklı pırtmak |
: |
Bir şeye çok sevinmek ya da çok beğenmek anlamında kullanılır. “Aklım pırttı vallaha. Ağzım ayrık kaldı hareketlerine.” |
aklı tıŋlamak |
: |
Aklına gelmek. “Eskiden Andırınlının biri sarmış beline örmesini, dağa odun getirmeye gitmiş. Yolda giderken örme çözülmüş, örmenin ucunun arkasından bir yılan şeklinde geldiğini görünce başlamış kaçmaya. Kaçtıkça da yılan arkasından gelmeye devam ediyormuş. Yolda bir adama rastlamış. Adam: Ne kaçıyorsun kardeşim, demiş. Kaç yılan geliyor, demiş. Adam hemen durumu anlamış. Kardeşim, o yılan değil belindeki örmenin ucu diye çağırmış. Andırınlının aklı tınlamış. Mahcup bir vaziyette. Ne yaparsın kardeşim. Her gün tirşik yiyenin aklı ancak bu kadar olur, demiş.:)” (Bir Andırın Fıkrası) |
aklı yuka |
: |
Aklı kıt, aklı az. |
aklık |
: |
Pudra, bodura, allık, düzgün. |
aklım |
: |
Aklımı. Aklım aldın gözlerini süzeli Benzime düşmüştür ayva gazeli Sana derim behey adam güzeli İki leblerinden bir yanağından Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.519 |
aklım şaştı |
: |
Şaşırdım kaldım. Barçın Yaylası'nda üç güzel gördüm Birbirinden üstün şıvga fidandır Aklım şaştı garib belim büküldü Kaşlar hilâl gözler ahu cerandır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.600 |
aklıŋ |
: |
Aklını. Behey ala gözlü dilber Sana bir ben gerek bir ben Aşıkın aklın almağa Sana bir ben gerek bir ben Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.528 |
aklıŋa muheyt ol |
: |
Aklına sahip ol. “Aklına muheyt ol.” |
aklına tıp etmek |
: |
Birden aklına gelmek. “Bir gün, gene böyle dikilmiş, sıcağın altında şakır şakır terler, yağız atın yerini düşünürken, aklına tıp etti.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
aklına turp suyu sıkmak |
: |
Söylenenin gerçekle ilgisi olmaması. |
aklını aldırmak |
: |
Aklını kaybetmek. Karac’oğlan kavli yalan Kimdir aşnasına gülen Komşusundan bir yâr seven Şaşar aklını aldırır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.629 |
aklını almak |
: |
Bir kimseyi sağlıklı düşünemez hale getirmek. Yanaklar dopdolu imiş gülinen Aklım aldı serbest serbest salınan Elin yâri yeşil geymiş alinen Benim yârim sade geymiş bellidir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.598 |
aklını ölçmek |
: |
Sınamak, denemek. “Aklını ölçdüm, keşke ölçmez olaydım. Adam zırrıkı deliyimiş meğersem.” |
aklını zangırdatmak |
: |
Ürkütmek, korkutmak, hayretler içinde bırakmak. |
akma |
: |
Çam ağaçlarından akan sakız. “Elinin çatlağına akmadan ve andız pekmezinden karışım yaparak bir ilaç yaptı ve her akşam onu sürdü.” |
akmıl |
: |
Hayvan gübresi, zibil. |
akmın, akmun |
: |
1. Gübre ve benzerini taşımak için kağnının yanlarına konan tahta mahfaza. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Hayvan gübresi. 3. İnsan pisliği demektir. Külle karışmış insan pisliği. “Nêdici:z olum; benimle âleşiyorsunuz elleham, akmını da mı bilmiyorsûz?” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
a:ko: |
: |
Çoktan. |
akpak |
: |
Tertemiz, bembeyaz. |
akpakla |
: |
Beyaz, kuru fasulye. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
akraç |
: |
Derelerin büklüm, dönemeç yeri. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
akraz |
: |
Ahraz. |
akrebotu |
: |
Akrep sokulan yere koyulan ot. |
aksamak |
: |
Topallamak. |
aksaya, a:saya |
: |
Beyaz elbise. |
aksüd |
: |
Ak süt, helâl süt. |
akşam eşmesi |
: |
Koyunların dağda kaya veya ağaç diplerini eşerek yattığı gölge yer. |
akşama on iki türlü |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır.On iki türlü yemek istermiş. Bu da zenginliğini gösterir. |
akşamınan olmak |
: |
Akşam vakti olmak. |
akşamınayen |
: |
Akşamleyin. |
akşamsımak |
: |
Akşama yakın zamanda olmak. |
akubat |
: |
Çok bilmiş, ağzı laf yapan. |
al |
: |
1.Hile, tuzak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Yükseğinin karı tozar Engininin köyü mezar Göğsü alca kaplan gezer Avcı olup al olma mı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.422 2. Oyun, kötü fikir. 3. Kabus. 4. Kırmızı. Farı Karac’oğlan farı Ben çekerim ah u zarı Günde bağlanırsın sarı Bu valanın al'olma mı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.423 “Alavere dalavere deyimi al sözünden türetilmiş olmalı.” 5. Büyü. “Engel laf söylerse birin duymazdın Heç kimsenin hatırını saymazdın Ben var iken kimseleri sevmezdin Yoksa engellerden al m’oldu sana?” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 92 |
a:l |
: |
1. Ahır. 2. Ağıl. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Böyük evin âl gımı Ufak gabın çâl gımı Ne duruyon kele hatın Bebek senden dêl gimi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Çokaklı Ahmet Paşa’nın Oğlu Kemal’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayse Gürbüz) |
al at |
: |
Bir at donu, bir başka ifadeyle renge göre isimlendirilmiş bir at çeşidi. |
al bağlamak |
: |
Gelinin başına kırmızı bir örtü bağlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
al basma |
: |
Loğusa kadınlarda görülen bir hastalık, loğusa humması. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
al basmak |
: |
1. Kabus görmek. 2. Albastı da denilen loğusa hummasına tutulmak, albastı olmak. |
al bastı |
: |
Loğusa olmayan kimselerde al denilen görüntünün uyku esnasında verdiği boğucu sıkıntı, kabus. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
al çatı |
: |
Al çabıdı. Loğusa hummasına tutulan, al basan kadınlara (tedavi veya korunmak için) verilen efsunlu bez. |
al istemek |
: |
Alınmasını arzulamak, alınmasını istemek. Beş yüz atım olsa beş yüzü doru Binse etbalarım eylese harı Beş yüzü de öveyk bini de kırı Beş yüz yedeğine al ister gönül Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.482 |
al olma mı |
: |
Avlamaz mı? |
Al Osman |
: |
Osmanlı ülkesi, Osmanoğulları. Bir beni bendetmiş Şâm'ı Haleb'i Bir beni bendetmiş Mısr'ı Anteb'i Karac’oğlan eder nazlı çelebi Bir beni de Âl'Osman'ı bendetmiş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.636 |
al saŋa bir iş |
: |
Bunu çok kullanan Maraşlı beklemediği bir anda bir olayın olması halinde ilk söylediği tabir, “Al sana bir iş”tir. “Al sana bir iş.” |
âlâ |
: |
En yüksek, en iyi. Ala gözlerini sevdiğim dilber Yâr senin ahdına durmaz mı sandın Hatırın hoş olsun birin bin olsun Senden âlâsını bulmaz mı sandın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.534 |
ala |
: |
1. Ela, karışık renkli. “Odasında yanar ışık Sufrasında döner gaşık Sağ köşede ala beşik Gelin sallar yaslı yaslı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, İsmail Çavus’un Ağıdı, Kaynak Kişi: Döne Bakacak) 2. Gizli kötü huy, birisinin başkaları hakkında düşündüğü kötü emelleri ve bu emelleri. “Dumanlıdır Aladağ’ın alanı Ortasında sarı çiçek savranı Yiğitler durağı aslan yatağı Dilberlerin hep de böyle ala mı? (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ, İstanbul, 1984) 3. Yetişmemiş, ham. “Ufak ala kaldı kızlar Bilmem bunlar heyledici Terkisini bağlan kızlar Baban Harnıya gedici” (Derleyen İbrahim Davutluoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72, S. 469) 4. Avcıların, av hayvanlarını yuvalarından çıkarmak, veya çevrelerine toplamak için kullandıkları müzik aleti. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 5. Çit. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 6. Siyah beyaz lekeli bir çeşit deri hastalığı, alaca. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 7. Tuzak, kandırmaca. Turaç alası, keklik alası. 8. Önlük, peştamal. 9. Bölgemiz göçmen ağzında; hala. 10. Yakın. 11. Sergi eşyası olarak kullanılan bir çeşit pamuklu dokuma. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. Osm.) |
ala bağlı |
: |
Devenin havudunu (palanın) bağla makta kullanılan ala kilim deseninde dokunmuş ip (kolan). |
ala bağlım |
: |
Kilimlerdeki beyaz motiflere verilen ad. Beyaza ala bāğlım derler. |
ala bahar |
: |
Bahar başlangıcı. “Pembe önceğini çalmış beline Altın bileziği takmış koluna Katarlamış mayasını yoluna Alabahar yaylasını çekiyor” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.614) |
ala bula |
: |
Karışık renkli, alaca. “Meyremçil Beli’nde keven çiçeklerinin rengi yaz gelince ala bula olur.” |
ala bulaşık |
: |
Bir işin tam olarak tamamlanmamsı, yarım yapılması, sonuca erdirilmemsi. Yarım bırakma. Eksik veya tam olmayan. |
ala bulut |
: |
Gökte yer yer toplanan beyaz kaba bulutlar. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ala çuval |
: |
Istarda yünden dokunmuş, desenli çuval. |
ala deli |
: |
Deli olmadığı halde abuk sabuk konuşlanlar için kullanılır. “Bu da bizim ala delilerimizden.” |
ala dorlak |
: |
Kabadorlak. Kaçar oymağında göç kafilesini çeken kız. |
ala düşmek |
: |
Tuzağa, hileye düşmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Ahmet beni ala düşürdü. |
ala gannı |
: |
Ala kanlı. Kana batmış halde. |
ala ġolan |
: |
İpten dokuma, develerin üstüne örtülen örtü. |
ala höllü |
: |
Tam olmayan, yarım yamalak, şöyle böyle. |
ala hölü |
: |
Yarı ölü, yarı çiğ, yarı pişik vs. “Et dediğin ala hölü pişmeli. Yiğit canlı et gannı gerek. Yiyin, için afiyet olsun.” |
ala hölük |
: |
Az pişmiş et yemekleri için kullanılan bir deyim. “Biti daha pişse iyi olacakmış. Ala hölük olmuş o misilli yemek.” |
ala karga |
: |
Saksağan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
ala keçi can derdinde, kasap yağ derdinde |
: |
Başkalarının büyük dokuncaları karşısında kendi küçük dokuncasını ya da çıkarını düşünenler için sitem olarak kullanılır. “Halil emmi, Allahını seversen kes de azıcık konuşalım. Millet buraya müzakereye geldi. Ala keçi can derdinde, kasap da yağ derdinde.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ala sığır |
: |
Yerli sığır, inek. Ala cins ināğım, normal inaklerden. |
ala tatavı |
: |
Yarım yamalak, üstünkörü. |
ala toraşan |
: |
Çocukluktan çıkmak üzere olan insan. “Ala toraşan.” |
ala toraşman |
: |
Yeni yetme. “Ağadı ordan buradan öğrendim. Ala toraşmanıdım o zamanlar diyor” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ala tutmak |
: |
Hile etmek, kandırmak, aldatmak. |
ala yaşlı |
: |
Orta yaşlı, ne ihtiyar ne de genç kimse. |
ala yelek |
: |
Önde gelen, önden hızlıca giden. |
ala:bak |
: |
Kabak sarısı renginde, alacalı, kargaya benzer bir çeşit kuş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
ala:z |
: |
Belki. |
alabacak |
: |
Aralarda laf taşıyan, kovculuk eden, dedikodu yapan. |
alabaş |
: |
1. Başı benekli hayvan. 2. Ahmak, sersem, aptal. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Yenmeyen bir tür küçük, çizgili motifli ve kokulu bir kavun türü. |
alabaşlı iti |
: |
Yırtıcı ve saldırgan köpekleri tarif etmede kullanılır. “Alabaşlı itine dönmüş hayvan.” |
alabaşlı koymak |
: |
Bir işi yarım bırakmak. |
alabele |
: |
1. Kekliklerin boynundaki siyah halka. 2. Aklı karalı, az bulutlu, alaca. |
alabocu |
: |
1. Ala köpek. 2. Fesat kişi. |
alabula |
: |
Karışık renkli. |
alabulus |
: |
Amerikan traşı. |
alabut |
: |
Buğdayın kötü olması ve biçerken başından çalınması. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
alaca |
: |
1. Yarı, yarım. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Karışık renkli ipliklerden dokunmuş kumaş. “Altıma attılar alaca kilim Ağzımda kurudu damağım dilim Sunayı görünce büküldü belim Tecnis’te bir Arap güzeli gördüm” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.512) 3. Kilim, halı nakışı. 4. Karışık renkli. 5. Bilinmedik huy. 6. Üzüme düşen ben. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
alaca-garaca |
: |
Bir çeşit kumaş. |
alaca karga |
: |
Saksağan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
alaca:ŋ |
: |
Alacaksın. “Özellikle gadınnarımızıŋ bir Türk filimi se:rederken; “ Ulan gavırın çocu: arkaŋdan geldi, geldi gaç gaç!” veya siŋirlendikleri artise “Şunu eliŋe alaca:ŋ, vururkan, vururkan bişede beŋzedece:ŋ.” diyecek gadar filmin içine girmeleri incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
alacalı |
: |
Siyahla beyaz karışık renk, siyahlı beyazlı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
alacalı beleceli |
: |
Siyahla beyaz karışık renk, siyahlı beyazlı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
alacasını bilmeyen kilim ıymasıŋ |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
alaçavuş |
: |
Hüthüt kuşu, mısır ibilisi de denir. |
alaçık |
: |
İşçi ya da yayla çadırı. Dallardan yapılır. Üzeri dal ya da eğrelti otu gibi bitkilerin dal ve yapraklarıyla kapatılır. Çadır biçiminde ve tek gözlüdür. “Geri mi gedicik oğul Alaçığı yık da getir Babanın vekili ol da Galan daşa motur getir” (Afşin’in Ağıtları, Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Kamil ve Ali’nin Ağıtı, Derleyen: Ali Kocakaya, Kaynak Kişi: Cemile Kocakaya) |
Aladağ’dan seriŋ olmak |
: |
Çok sakin, soğukkanlı davranmak, çok kaygısız olmak, vurdumduymaz davranmak. “Bütün birlik taarruz çıkış hattındaydı. Az sonra düşmana hücum edilecekti. Bilenler Kur’an okuyor bilmeyenler dua ediyordu. Herkeste bir telaş vardı. Başlarındaki kumandanı görmeliydiniz o anda. Aladağ’dan serindi.” |
aladana |
: |
İçi peynirli gözleme. |
aladeli |
: |
Az deli olan. |
aladiri |
: |
Tam pişmemiş olan, hafif çiğ kalmış olan. |
aladorlak |
: |
1. Yeni yetişmeye başlayan erkek çocuk. 2. Kaçar Oymağında göç kabilesini çeken kızın ismine "aladorlak" derlermiş. Bu kızın nişanlı olması şartmış. Diğer oymaklarda bu âdet, hemen hemen kalkmış gibidir. |
aladovşan |
: |
Az kullanılmış. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
alaevcik |
: |
Alayçık, azemekli, kuzluk türü basit çadır. “İlk konalga yerimiz Meyremçildi. Konar konmaz Yükleri çezdik ve alaevçiklerimizi gün batmadan kurduk. Önüne de bir hayma yaptık. Haymanın üzerini de kamalak dallarıyla örttük.” |
alaf |
: |
1. Yanan ve ışık veren şeylerin türlü biçimlerde uzanan dili, alev, yalım. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) “Dağ gibi de alaf almış, yalıma kesmiş yüreğim var.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2. Çok sıcak esinti. 3. Alev. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 4. Hayvan yiyeceği, hayvanların kışlık yiyeceği. |
alaf çalmak |
: |
Tarlalarda sıcak ve nemli havanın etkisiyle yüze vuran sıcaklık. “Alaf çalıyor.” |
alaf şalaf |
: |
Gerekmez ot topluluğu. |
alafa gitmek |
: |
Düşünmeden gitmek. |
alafıraηga |
: |
Asrî, Avrupaî. |
alafirik, alafirig |
: |
1. İki yüzlü, dönek. 2. Tam olmamış tahıl ürünü, tam doymamış. “Alafirik olmuş daha yenice Arpanın Gediği’ndeki tarla. Orağın girmesine en azından bir onbeş-yirmi gün daha lazım.” |
alaflamak |
: |
Alevlemek, yakmak, tutuşturmak, ateşe vermek. |
alaflanmak |
: |
Ateşlenmek. “Ağzının içi alaflı Dişleri hepten kilitli Duluğu durna zülüflü Bacılarım zor geliyor” (Afşin’in Ağıtları, Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Elif’in Ağıdı, Derleyen: Elif Kavak, Kaynak Kişi: Zekeriya Gürses) |
alagaz |
: |
Boşboğaz. |
alagel |
: |
Herhangi bir eşyayı gelirken alıp getirilmesini istemek. |
alagö: |
: |
Tam yetmemiş meyve. |
alagün |
: |
Gölgeli gün, bulutlu gün, serin hava. |
ala:bak, alağbak |
: |
1. Alakabak.Özellikle Andırın sınırlarında yetişen ve güvercin büyüklüğünde siyah beyaz tüyleri olan eti yenen bir kuş. Andırın deyince akla kabak gelir. Kabak öylesine sevilir ki burada kuşlarına bile isim olarak verilir. 2. Karga, alakarga. |
alağabak |
: |
Palamut, mısır yiyen, sesleri taklit eden bir çeşit kuş. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
alağaz |
: |
Sağa sola bakıp zaman geçiren. |
alahöle |
: |
Şöyle böyle, tam hölenmemiş. (çiğiti ıslamak). |
alak |
: |
Alalım. |
alakeçe |
: |
Yörüklerin çadır içine serdikleri keçe. |
alakomak |
: |
Alıkoymak. Uluların sözlerini tutmadım Dîvâne gönlümü hiç terk etmedim ………………………………. Felek beni alakoydu sıladan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.517 |
alakuru |
: |
Yarı kuru, yarı yaş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
alam |
: |
1. Alayım, satın alayım. Zalim aşk elinden içmişim ağı Senin için dolanırım bu dağı Alam beliğine altun saç bağı Tak saçını ince bele as gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.551 2. Haber, muştu, müjde. |
alama |
: |
El ile tutulup atılabilecek büyüklükteki taş parçası. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Dünkü kavgada bir alama da bana geldi. |
alamaç |
: |
Yüksek alev, çalı, ot ateşi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) Haydi alamaçlı ateş yakalım. |
alamak |
: |
Alev. |
a:lamak |
: |
Ağlamak. “Âladım da gülemedim Sö:ledim de bilemedim Yitirdim de ben bacımı Arayıb da bulamadım” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hüsne Gürbüz’ün Ağıdı, Kaynak Kişi: Rukiye Sert) |
alamaŋ |
: |
1. Alamazsın. Güzel: Oğlan sen de m'oldun yüze gülücü Senin sözün ciğerimi delici Ben gök ördek olam sen bir alıcı Dokunsan alaman tellerimizi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.433 2. Alman. Görmedim dünyada sen gibi canan Yoktur hey sevdiğim ben gibi yanan İngiliz Fransız Moskof Alaman Çin ile Maçin'i değer gözlerin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.557 |
Alamancı |
: |
Avrupa ülkelerindeçalışan Türk isçileri. |
alamançık |
: |
Kanarya kuşu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
Alamanya |
: |
Almanya. |
alamartin |
: |
Yarı otomatik bir silah. |
alambaç |
: |
Fazla alevli ateş. |
alambaş |
: |
Yüksek alev, çalı, ot ateşi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. Osm.) |
alamecek |
: |
Kanatlarının üstü ve boynu kırmızı renkli küçük bir kuş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
alamençik, alameççik |
: |
1. İspinozgillerden serçe büyüklüğünde göçmen bir kuş türü. 2. Kanatlarının üstü ve boynu kırmızı renkli küçük bir kuş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ala:met |
: |
1. Belirti. 2. Çok. 3. Büyük. |
alamsız |
: |
Habersiz, hemen, ansızın. |
alan, alaŋ |
: |
1. Etrafı tepelerle çevrili çukur yer, koyak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) 2. Açıklık, düzlük yer. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) Atlar alanda yayılıyor |
alan almış, satan satmış |
:: |
“Artık kimse ilgilenmez” anlamında söylenmektedir. “Alan almış satan satmış, kaygısı sana mı düştü?” |
alañ belen |
: |
Düzlük tepelik. Alañlarda belėñlerde gėzelērdik. |
alan keç der, satan ho ha der |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
ala:ncık, alancık |
: |
Gittiği yeri kızartan bir karınca türü. |
alaöş |
: |
Sabah ezanından biraz önceki zaman. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
alapara |
: |
Baharda karların yer yer eriyip toprağın görünmesi hali. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ala:ranlık |
: |
Tam kararmamış yahut aydınlanmamış hava. |
ala:rga |
: |
Saksağan. |
ala:rmak |
: |
1. Gözleri açarak dik dik bakmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Kırmızılaşmak, al renge dönmek. “Kalaycının körüğü bir yandan, közün sıcaklığı bir yandan vurdukça, balta alârmaya başladı. Öyle alârdı ki ben bir ara o ormanın canına okuyan balta kül olacak sandım.” “Atımın kuyruğu cura saz gibi Divana oturmuş ergen kız gibi Alârmış yanağı bahar yaz gibi Getirin kır atım göçem ellere” (Haşim Nezihi Okay, Köroğlu ve Dadaloğlu, May Yay., 1970) |
alart alart bakmak |
: |
1. Yan gözle bakmak. 2. Anlamadığını belirten bakış. “Alart alart bakışından belliydi manzarayı çakmadığı.” |
alasakça |
: |
Karnı beyaz, kanatları ve kuyruğu külrengi, diğer yerleri parlak kara, uzun kuyruklu, kargaya benzeyen bir kuş, saksağan. “Ne zaman sabah güneşi cama vursa alasakçayı da beraberinde getirirdi pencerenin önüne.” |
alasulu |
: |
Meyvenin yarı olgunlaşmış hali. |
alaşeker |
: |
Kırmızı çizgili beyaz konya şekeri. |
a:laşmak |
: |
Ağlamak. “Oturalım belik belik Âlaşalım soluk soluk Cenazeyi biçen ölük Arkasında desde belik” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kız Kaçırırken Vurulan Hoca’nın Ağıdı) |
alat alat |
: |
Çabuk çabuk. “Hûblar aelencesi ‘Mercin’in suyu Güzelin aeleği Cehan’ın kıyı Gitti de gelmedi bir deli deyi Alat alat daener m’ola yolları” (Dadaloğlu, Kaynak: Erhan Çapraz, Fahri Bilge defterlerindeki Kayseri ve Yöresi konulu Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üni., Kayseri 2005) |
alat alat bakmak |
: |
Anlamadığını belli eden bakış. |
alatana |
: |
Turuncu kuşaklı yabani arı. |
alatoraş |
: |
Çocukluk ile gençlik arası. |
alatorlak |
: |
Çocuklukla delikanlılık arası, fazla boyu olmayan. “Alatorlak oldu hala mahallenin picleriynen oyni:.” |
alav |
: |
Alev. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
alavanda |
: |
Bağırıp çağırarak ortalığı yıkmak, şirretlik etmek. “Alavandalığa ne gerek varıdı. Kendi de malamat oldu bizi de malamat etdi.” |
alavere |
: |
Alış-veriş. “Artin dayı alavere edecêm de, beni tandın mı?... Ben yokardan Kır Ali’nin oğlu Musa’yım….” (İbrahim Boysal - Dönük (Roman) Cadde Yayınları, İstanbul 2006, I. Baskı) |
alavere yapmak |
: |
Ticaret yapmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
alay |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; halay. |
alay çalgısı |
: |
Belediye bando takımı. “Alay çalgıcısıydı. Oradan da tekaut oldu.” |
alayçık |
: |
İşçi ya da yayla çadırı. Dallardan yapılır. Üzeri dal ya da eğrelti otu gibi bitkilerin dal ve yapraklarıyla kapatılır. Çadır biçiminde ve tek gözlüdür. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) “Tenekeleri, yatakları sel götürdüydü. Alaçıkları, çadırları… Köylüyü bu beladan kim kurtardıydı?” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
alayı, alaycığı |
: |
Hepisi, bütünü. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) Evdeki ekmeğin alayı bu işte. |
alayciğiniz |
: |
Hepiniz anlamında bir söz. |
alaz |
: |
1. Orman içindeki ağaçsız açık kısım. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Yarısı var yarısı yok, dalgalı görüntülü. “Yörep bir yerden bir süre gettiler. Sonra birden alaz bir yere çıkıverdiler amma aynı anda da şaşırdılar. Hemen alt taraflara doğru, orta yerde koca bir gara çadır gurulmuştu.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) 3. Patavatsız. “Golan alazda bekler Gelir dakgada yoklar Gılıcı bahçiya saklar İşde bu golancı bacım” (Andırın’dan Ahmet Gök) 4. Ütülemek, demirle yakmak, demirle dağlamak. 5. Seyrek biten, alaz ülez ekin, ot. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Osm.) 6. Alevli, alaflı ateş. 7. Tohum ekilen tarlada ürün yetişmeyen boş alan. 8. Alev. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) Ocağı alazlayıver. |
alaz alaz |
: |
Benek benek, hareli. |
alaz alaz olmak |
: |
Seyrekleşmek. “Haydi oğlum haydi yoluna yörü Alaz alaz olmuş dağların karı Gayet güzel olsa yiğidin yâri O da sevdiğine nazına gelir” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.610) |
alaz olmak |
: |
Tarlaya ekilen tohumların çok seyrek bitmesini anlatmada kullanılır. “Alaz oldu.” |
alaz ülez |
: |
seyrek biten ekin veya ot. |
alazlama |
: |
El, ayak ve yüzün kızarıp şişmesiylemeydana gelen hastalık, yılancık, aleve tutmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
alazlamak |
: |
Bir şeyi ateşe tutup çekmek, alev yalamak, hafifçe yakmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) Çocuk elbiseyi ateşe düşürmüş alazlamış. |
albasmak |
: |
Bayılmak. |
albastı |
: |
1. Loğusalarda görülen ateşli bir hastalık, loğusa humması. “Loğusa kadınlarda görülen bir hastalık, loğusa humması. 2. Loğusa olmayan kimselerde al denilen görüntünün uyku arasında verdiği boğucu sıkıntı, kabus. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
albeni |
: |
Göz alıcı olmak. |
Albısdan |
: |
Elbistan. “Hacı ağlar, Halil ağlar Gene dumanlandı dağlar Albısdan’da iri beğler İner m’ola odamıza” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Gallik Mustafa’nın Gelini Hatın’ın Ağıdı, Derleyen: Hatice Hurmanlı, Kaynak Kişi: Hüseyin Şahin) |
Albısdan tazısı: mı |
: |
Çok zayıf kimseleri tanımlamada kullanılan bir deyim. “Albısdan tazısı: mı. Gangıldağı çıkmış.” |
Albisdan |
: |
Elbistan. |
albusdan yanaklı |
: |
Elbistan elması gibi yanaklı, kırmızı yanaklı. |
albü:sem |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; halbuki. |
alc’olur |
: |
Alıç olur. Bizim elde üzüm olur alc'olur Sızılaşır bozkurdlar aç olur Bir yiğide emmi demek güç olur Bir kız bana emmi dedi n'eyleyim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.506 |
alçalı |
: |
Buralı değil, karşıki köyden. “Sarı pabuç nalçalı Yar gelir dabancalı Ben buralı değilim Benim yârim alçalı” (Veli Aba, Seyfi Metin, Ö. Tuğrul Kara, Osmaniye Manileri, Adana 2011) |
alçım |
: |
Türlü, çeşit. |
alçım alçım |
: |
Çeşit çeşit. “Yar kolunda burma olsam Yedikleri hurma olsam Alçım alçım sürme olsam Yar kaşına sürse beni” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
aldanca |
: |
Avutacak, kandıracak, gönül alacak, şey, söz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Üzüntülü günlerimde bir aldanca bulamadım. |
aldangaç, aldangıç |
: |
Avutacak, kandıracak, gönül alacak şey, söz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
aldatmaciyim |
: |
Dalavere, hokus-pokus. |
aldeytmek |
: |
Alıp gitmek. |
aldı ele getdi yola |
: |
İncir çekirdeğini doldurmayacak konuyu dört bir yana yayanlar için kullanılır. “Aldı ele getdi yola.” |
aldım verdim oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. ALDIM, VERDİM OYUNU Bu oyun genelde futbol maçlarından önce oyuncu seçmek için oynanır. 2 kişi karşılıklı durup, bir ayağın topuğunun, diğer ayağın ucuna değecek şekilde adımlar atar. Adımlarken “Aldım verdim ben seni yendim” tekerlemesi, her adıma bir hece gelecek şekilde söylenir. En son kimin ayağı üste gelirse o kişi takımını oluşturacak arkadaşını seçer. Bu şekilde tekrar tekrar adımlanarak takımlar oluşturulur. İlk adımlama çok önemlidir. Çünkü mahallede en iyi futbol oynayan kişiyi herkes takımına almak ister. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s.205) |
aldırmak |
: |
1.Çocuk oyununda bir mesafeyi bir, iki ya da üç adımda atlamak. 2. Başkasına kaptırmak. Bağrıma basarım taşlar Akıttım gözümden yaşlar Yavrusun aldıran kuşlar Yuvasına döner gelir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.610 |
aldil |
: |
Aldatma, hile. |
âle |
: |
Çok iyi, çok güzel, daha güzel. “Tuvaras’ın yolu daşlı Ben ağlarım gözüm yaşlı Siz Memmed’i bilmeniz mi? Âle de gözlü galem gaşlı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, İnce (Safiye) Memmed’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Çığşar) |
ale’emiz |
: |
Hepimiz, tümümüz. |
ale:ciğinden |
: |
Hepsinden. “Üleş gelir düzüm düzüm Alêciğinden Osman uzun Sonu bizim sanmıyordum Şo da bizim şo da bizim” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Vurularak Öldürülen Üç Kardesin Ağıdı, Kaynak Kişi: Hatice Öksüz) |
ale:ciyinden |
: |
Alayından, hepsinden. |
ale:ni |
: |
Hepsini, alayını. |
alefetsiz |
: |
Davranışları dengesiz ve tutarsız olan kimse, yaramaz, densiz, münasebetsiz, edepsiz, kötü söz söyleyen, ağzının tımarı olmayan. |
alektirik |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; elektrik. |
alelemek |
: |
Hürmet ikram etmek, hatır saymak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aleleyip asartmak |
: |
Besleyip büyütmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Çok aleleyip asarttık da şimdi bize bakmıyor. |
alelusul |
: |
Usul yerini bulsun diye yapılan iş. |
alem |
: |
Dünya, her yer. Bir yâr sevdim bu âlemde birinci Koynuna saklamış ayva turuncu Yâr eline almış aşkın kılıncı Çarha vurmuş benim için zağlıdır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.598 |
alem yaŋılır, kalem yaŋılmaz |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
alameççik |
: |
Yörede bir kuşun adı. |
alemençik |
: |
Serçeye benzer bir kuş. |
alemeşkere |
: |
Aşikare, milletin ortasında. “Ulan defol şurdan! Vallahacıma, alemeşkere senin ağzına s.çarım! Zavırını duyunca iş büyür de başım belaya girer diye de düşünmüş olacak ki, ayakcağının dev adımlarıyla uzaklaşmaktan başka çare bulamamıştı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
a:lence |
: |
Eğlence, meşgale. “Aha, âlence çıhdı.” |
ale:nden |
: |
Alayından, hepisinden. “Memiş başında sızılar Gelin ayakda bozular Alênden zor geliyor Ağlaşır ufak guzular” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kes Mehmet’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Döne Bakacak) |
aleŋgirli |
: |
Güvenilmez, değeri kuşkulu olan. |
alentirik |
: |
Elektrik. |
alesi |
: |
Hepsi, alayı. |
alesiye |
: |
Rastgele, keyfe keder, dayanaksız, ispatsız, amaçsızca, öylesine. |
âleşmek |
: |
Kafa bulmak, eğleşmek. “Nêdici:z olum; benimle âleşiyorsunuz elleham, akmını da mı bilmiyorsûz?” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
aletirik, aletirig |
: |
Elektrik. “Ne sandalya var, ne masa var, ne de aletirik var var. Allah yardımcısı olsun.” |
alevçik |
: |
Davarlar için yapılan sığınak, yatma yeri. |
aleverti |
: |
Boşu boşuna. |
aleyçalgısı |
: |
Askerî bando, belediye bandosu. |
aleyciği |
: |
Hepsi. |
aleyçik |
: |
İşçi ya da yayla çadırı. Dallardan yapılır. Üzeri dal ya da eğrelti otu gibi bitkilerin dal ve yapraklarıyla kapatılır. Çadır biçiminde ve tek gözlüdür |
algaç |
: |
Almak üzere kaçırılan kız. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) |
algan |
: |
Fatih, fetheden, açan. |
algarısı |
: |
Uykuda insanın üzerine çullanarak rahatsız ettiğine inanılan hayali bir yaratık. |
algetmek |
: |
Alıp götürmek, alıp gitmek. |
algın |
: |
1. Ağır basan, meyilli. (Yük) 2. Hastalıklı, cılız, zayıf, hastalıklı, yılgın. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
algın çıkmak |
: |
Gücünü yitirmek, güçsüzlenmek. “Algın çıktı.” |
algın olmak |
: |
Çok çalışmaktan, ağır işten halsiz düşmek, kötürüm hale gelmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
algış |
: |
Dua. |
alha verha |
: |
Sürekli, devamlı. |
alhış |
: |
El çırparak beğendiğini ifade etme. |
alıbusun |
: |
Kurnaz, hileci. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
alıcı |
: |
1. Azrail. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Avcı, avlayan. 3. Öldürücü devasız hastalık. 4. Yırtıcı kuş, atmaca. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) “Hepi de bana bakıyor Çocuk da beni yakıyor İçerimden alıcısı Yağlı gurşunna çekiyor” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kanserli Adamın Ağıdı, Kaynak Kişi: Döne Höbek) |
alıcı guş |
: |
Atmaca. |
alıcu:ş, alıcı kuş |
: |
Yırtıcı kuş.(TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) Kolda götürürler alıcı kuşu Koğun gitsin aralıktan baykuşu Kadir kıymat bilmez olmuş her kişi Kadir kıymat bilen yere gidelim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.496 |
alıç |
: |
Sonbahar’da olgunlaşan bir meyve, yabani erik, alıç. “Alıcı, çiğdemi, yemliği, çirişi, kengeri belki bulabilirsiniz; ancak bu seferde eski tadını, çiğnedikçe duyu organlarımızın hücrelerine kadar sindiğini hissettiğimiz o muhteşem kır kokusunu duyamazsınız.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
alık |
: |
1. Genellikle hayvanla taşınmaya uygun yük, hayvanlara semersiz vurulan yük. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Alınmış. 3. Palanın üstüne çekilen çuval ve savan türü bez. 4. Eğer, semer, palan, hayvanların üşümemesi için üzerine örtülen çul. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) 5. Kadınların iş yaparken giydikleri eski elbise. 6. Çamaşır, elbise. 7. At eşek gibi binek hayvanının üşümemesi için beline konan çul parçası. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) “Alık, atların palanlarının üzerinden çekilir ve kuyruğuna kadar uzatılır.” |
alıklar |
: |
Almışlar. “Evlerinin önü kiraz Kirazdan alıklar biraz Ne sen aldın ne de ben Ellerin aldığı Iraz” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
alıksıŋ |
: |
(Aşka) Tutuldun, vuruldun (aşka) “Güzelim kimin aşkına alıksın Şurda bir kötüyü dost mu sanıksın Hind ile Yemen’den kumaş geliksin Söyle kumaşına baha ne dilber” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 585) |
alıllar |
: |
Alırlar anlamında. “Suyumu gullar ocâ Asbabın atallar bucâ Gafayı alıllar gucâ Bir gün ağlar anan atan” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Süleyman Çiftçinin Ağıdı, Kaynak Kişi: Hurşide Karpuz) |
alımcı satımcı |
: |
Çerçi. |
alımcıl |
: |
Talip, müşteri, satın almaya istekli olan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
alımını almak |
: |
Layık olduğu cezayı bulmak, paylanmak, hakarete uğramak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Alımını aldı ama hala aklı başına gelmedi.” |
alın çatı |
: |
Alnın ortası, iki kaşın arası. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
alın kabağı |
: |
Alnın ortası, iki kaşın arası. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
alıŋ mı |
: |
Alır mısın, ister misin? Ala gözlerini sevdiğim dilber Eğlenir de bizim elde kalın mı Senin ile canı cana değişsek Kömür gözlüm benden üste alın mı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.423 |
alınan |
: |
Al ile, kırmızı ile. Yanaklar dopdolu imiş gülinen Aklım aldı serbest serbest salınan Elin yâri yeşil geymiş alınan Benim yârim sade geymiş bellidir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.598 |
alıncak |
: |
Anlayışlı, hassas, alıngan, onurlu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
alındı |
: |
Al, al artık. |
alınlık |
: |
1. Alın süsü, alna takılan altın vb gibi süs eşyaları. 2. Binalarda kenar köşeliği. 3. Levha, tabela. |
alınmag |
: |
İncinmek, gücenmek. |
alınnıg |
: |
Kadınların alın süsü olarakkullandığı altın gümüş gibi süs eşyası. |
alıp atacağı yok |
: |
Zararı dokunulmayacağına inanılan kimseler için kullanılır. “Alıp atacağı yok.” |
alıp satmag |
: |
Huyunu iyice öğrenmek. |
alıp yatırmak |
: |
Kaçıp gitmek, hızla kaçmak, birdenbire hızla koşup kaybolup gitmek, ansızın kaçmak. “Bir tilki, şaşkınlıkla onlara baktı, uzun kırmızı kuyruğunu savurdu, aldı yatırdı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
alıp yörümek |
: |
Zengin olmak. “Alıp yörüdü maşallah.” |
alışgın |
: |
Dadanmış, alışmış, pişkin, dayanıklı, alışkın. “Şahanım var bazlarım var Tel alışgın, sazlarım var Yare gizli sözlerim var Ben diyemem de ele garşı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hacı Bey’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Çığşar) |
alışıg,alışık |
: |
Alacak, veresiye, veresiye verilen mal karşılığı ödünç verilen para, süt, vb. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
alışın |
: |
Alınca. |
alışkan tüfek |
: |
İyi vuran tüfek, vurucu. |
alışkın saz |
: |
Düzeni verilmiş saz. “Odanda çalınır alışkın sazlar Kız seni görünce yüreğim sızlar Başıma toplanmış gelinler kızlar Şu bizim davamız görülsün deyi” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 467) |
alışmak |
: |
1. Ateş sözkonusu ise tutuşmak, alev almak, yanmaya başlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Gene uyku girmez oldu gözüme Doğrulup da dost bakmıyor yüzüme Bir mangal ataşı attın özüme İnsaf et alışıp kül olucuyum” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 122 2. Kabullenmek, garipsememek. “Artık her şeyinden o çocuk sorumlu idi. O bakar, o yiyeceğini verir, o dalaştırırdı. Dolayısıyla kısa sürede karşılıklı alışma gerçekleşir ve o köpek artık o çocuğun mesela Mısdafa’nın iti olurdu.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) 3. Bir maddeyi bir yere uydurmak için törpülemek. 4. Müptelası olmak, tiryakisi olmak. “Havada bulut erişir Yürekte bağrım alışır Böyle değil mi komşular Kendi söyler el gülüşür” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yay., 1994, Cilt ) 5. (Mecazi) Yanmak, tutuşmak. “Ana motur çalışıyor Ciyerlerim alışıyor Emmim oğlu goza ekmiş Ameleler belişiyor” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
alıştırmak |
: |
Tutuşturmak, yakmak, alevlemek, ateşe vermek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Atlı, hıltanlığı, dört yanından alıştırdı, ben yanmadım.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
alışveriş başka dostluk başka |
: |
Pazarlıkta hatır gönül olmaz. “Gusura galma Hallâ. Alış veriş başka, dostluk başka.” |
alıt |
: |
Güce dayalı olarak sağdan soldan alınan mallar, servet. “Der Hös’ğün Ağa’m da bilmedin plan Bin gır atına da dağları dolan Ettiğin alıt da hep oldu yalan Bunu da böğlece bil Hös’ğün Ağa” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
alıta |
: |
Sürüye katılmayan zayıf, hasta hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
alıyana |
: |
Alayına. |
alıyası |
: |
Hepsi. |
alız |
: |
1. Kurnaz, sinsi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Zayıf, cılız. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Osm.) |
Ali fakı’nın tay diktiği yer |
: |
Issız, kimseden yardım alınamayacak yer. |
ali okulu |
: |
TSK’nde açılan okuma yazma kursları. |
ali: |
: |
Alıyor musun? hepsi, tamamı. |
ali:m |
: |
Alayım. |
aligopder |
: |
Helikopter. |
ali:ŋartı: |
: |
Elin artığı. Kendi yediğini abartmadan adeta karşıdakini onore edercesine kullanılan bir kalıp. Benim yediklerim senin elinin artığıdır anlamındadır. Maraş’a has bir hitap. “Pekiy demiş arhadaşlar. Doğru gonâ varmışlar. Derhal gırg tene câriye gelerekden atlarının başını dutmuşlar, buyurun efendim demişler. İçinden bi-tenesi gelerek: hoş geldiz, safa geldiz, demiş. Fa:t dünyoğzeli ali:nartı: guzu gızartmaları getirmiş, fağat bu avradın gözelliyne hayret etmişler. Sabânan yemeklerini yedikden soğna, terkilerine birer halı-hâbe atmış, Maraşa hareket etmişler. Fağat Elboğlu bu avradın gözelliyne hayran olmuş, öyründe düşünü gelirmiş. Arhadaşlar ger-ârhadan daha böyle gözel avrat gördü:z mü deyi gonuşurhan Elboğlu duymuş: Arhadaşlar bu gadının adını bilen yoķ mu deyi sormuş.” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
alilenmek |
: |
Sinirlenmek. Hüsün biraz, alilendirmeyin şunu. |
alim |
: |
1. Alim. 2. Bilim insanı. Âlim olan kulak verir va'zlara Cahil olan sohbet katar sazlara Benden selâm söylen kuğu kazlara Kuru güller sulanacak zamandır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.599 |
aliŋartı |
: |
Tevazu karşılığı olarak kullanılan bir tabir. Fāt dünyōzeli aliŋartıguzu gızartmaları getirmiş, yemişler... |
alingirli |
: |
Çapraşık, karmaşık. |
Alirze |
: |
Alirıza. |
aliye |
: |
Alayı. |
aliyeciğini |
: |
Hepsini, alayını. |
aliyene |
: |
Tamamına. |
Aliye:tdin |
: |
Alaadin. |
alkaç |
: |
Alıp kaçırılan kız, sahibinden izinsiz kaçırılmış olan. |
alkış |
: |
1. Tezahürat 2. Tantana 3. Yüksek sesle birini yüceltme. 4. İyilik içeren dua, alkışlama. Bölgemiz alkışlarından bazıları: Allah acını göstermesin Allah acil şifalar vermesin Allah analı babalı büyütsün Allah başarılar versin Allah başlı gelinler ola (İyiliği görülen kızlara yapılan dualardır) Allah belanı vermesin Allah çoluğunu, çocuğunu bağışlasın Allah dert verip derman aratmasın Allah doğru yola götürsün Allah ekmeğinin bütün etsin Allah eline koluna dert vermesin Allah evlat acısı göstermesin Allah göğsü merhametli kullarla görüştürsün Allah göğsü merhametli, karınnı imanlı evlatlar versin Allah göynü muradını versin Allah hayırlı evlat versin Allah istediğine kavuştursun Allah iyiliğini versin Allah kavuştursun Allah kazalardan belalardan korusun Allah kem damarlarını kırsın (Öfkeli olan için söylenir) Allah ne muradın varsa vesin Allah özendiğini versin Allah senden razı olsun Allah seni başımızdan eksik etmesin Allah seni çoluk çocuğuna kavuştursun Allah sevdiğin kıza nasip etsin Allah sevdiğine kavuştursun Allah tuttuğunu altın etsin Allah uzun ömürler versin Allah yol akkınlığı versin Allah yolunu açık etsin Allah zevalini versin Allah zihin açıklığı versin Atana rahmet Bahtın açık olsun Başın pınar olsun, ayağın göl olsun Başına ak günler doğsun Ben sana yolladım. Allah’a emanet Cennetten tahtın, sultan gibi bahtın olsun Çocuğunu Allah bağışlasın Elin ayağın dert görmesin Eline koluna sağlık Gözün kör olmasın hadi! İşin rasgele Ocağın sönmeyesice Oralar mekanın, buralar dikenin olsun. (Gelin kızı uğurlarken söylenen alkıştır.) Ömrün uzun olsun Rızkın bol olsun Salcalan gidin. Salcalan gelinl. (Sağlıcakla gidin, sağlıcakla gelin anlamındadır) Sen bana yolla sağ selamet, ya rabbim Su gibi aziz ol Su gibi git, su gibi gel Yolun açık olsun |
alkış etmek |
: |
Dua etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
alkış vermek |
: |
Dua etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Alkış veririm.” |
alkışını almak |
: |
Birinin hayır duasını almak. “Ananın babanın alkışını almak istiyorsan onları üzmeyeceksin. Bir dediğini iki etmiyeceksin.” |
Allah abatlar veresi |
: |
Allah temiz, açık bahtlar versin anlamında bir alkış. “Dünya durdukça Allah abatlar veresi.” |
Allah acelden aman verirse |
: |
Ölmez de sağ çıkarsam. “Kenan Dayı, Allah acelden aman verirse bu yaz Geben’de Esef Osman’ın haymasının altında ya da Çatal Oluğun başında bir kuzu çevirelim.” |
Allah adamıŋ burnunu çırpar |
: |
Allah, yanlış iş yapanların cezasını hemen verir anlamında. “Allah adamın burnunu çırpar. Adımını ona göre at.” |
Allah akıl baylığı versiŋ |
: |
Allah akıl, fikir versin. |
Allah cıllıcıya mal vermez |
: |
“Haksızlıkla bir şey kazanılmaz” anlamında kullanılır. “Allah cıllıcıya asla mal vermez.” |
Allah devesi |
: |
Uzun bacaklı ve gövdeli, yeşilimsi kül renkli kanatları olan ve çekirgeye benzeyen bir böcek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
Allah diş versiŋ de tırnak vermesiŋ |
: |
Eline fırsat geçince her şeyi yapabilecek kişiler için, “Tanrı ona fırsat vermesin” anlamında kullanılır. “Ben şu ömrümde canavar gördüm ama şu bizim Vayvay köyü gibi canavar görmedim. Allah onlara diş versin de tırnak vermesin.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
Allah ma:za |
: |
Allah muhafaza, Allah korusun. |
Allah satı bazarı versiŋ |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir alkış. |
Allah seni davul eylesiŋ beni de tokmak |
: |
Birisine ceza vermek isteyip de veremeyenler dese gerek bu deyimi. “Allah seni davul eylesin beni de tokmak.” |
Allah yalan söyleyen kulu beygir gibi osutturur |
: |
Bir gün yalan söyleyenin zararını görür. |
Allah yetiş |
: |
Ansızın olan olaylarda nida olarak kullanılır,şaşkınlık ifade eden söz. |
allahcalık |
: |
Haraç. “Bir de allahcalık koymuşlar haracın adını.” |
allahöküzü |
: |
Erkeklerinde çatal kıskaçlı boynuzları olan, orta boy siyah bir böcek. |
allamiyesir |
: |
Yaramaz. |
allef |
: |
Hububatçı. Zahire alıp-satan kimse, özellikle buğday tüccarı. “Arasacı Hüseyin Çavuş; Hacı Yusuflardandır. Özcanlar olarak bildiğimiz ailelerden birinin babasıdır. Elbistanlıların arasa dedikleri arastada alleflik yapmaktadır. Yani, buğday, arpa, nohut, fasulye gibi tahılların satıldığı özel pazardaki dükkanında alım satım işleri yapmaktadır.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
allek, alleg |
: |
1. Sakız satan. 2. Fingirdek kız. 3. İki yüzlü. 4. Düzenci, yalancı, dönek, geveze. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
allem galem |
: |
1. Eğri büğrü, seyrek, karışık. 2. Hesaplı ve düzenliolmayan, hoşa gitmeyen işler. |
alleηgirli |
: |
Herkesin aklı ermeyen,incelikli, ayrıntılı; anlamak içinuzun zaman incelenmesi gereken şey. |
alleyem |
: |
Herhalde, sanırım. Allahualemden. |
allıg |
: |
Yüze sürülen boya. |
allım |
: |
Alırım. |
allımyaşıl, allımyeşil |
: |
Alâimisema, gök kuşağı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) “Eskiden allımyeşilin altından geçen kişi kız ise erkek, erkek ise kız olurmuş diye bizi kandırırlardı.” |
allo çello,allo: cello: |
: |
Fırıldak. Sözüne güvenilmez. Yalancı, düzenbaz. “Allo cello O. Ona güvenip de yola çıkmayasın ha:!” |
alma |
: |
1. Pamuk kozasının açılmamış hali. 2. Elma. Nasıl medhedeyim şöyle güzeli Elinde bergüzar gülinen oynar Alma yanak kiraz dudak diş sedef İspir ala gözler milinen oynar Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.580 |
almaç vermeç |
: |
Alış veriş, alıp verme. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
almak |
: |
1. İki parçaya uygun gelmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) 2. Parlamak, tutuşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
almaŋ mı |
: |
Almaz mısın? Selâm versem selâmımı alman mı Ben seninim sen de benim olman mı Al yanaktan bir bergüzar vermen mi Seni deyi özleyip de gelene Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.394 |
almazıya, almazie |
: |
Geri almamak üzere, bir demlik, hibe olarak, almamak niyeti ile. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.). “Almazıya sana verdim o çenteyi.” |
almes |
: |
Pembe. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
alnaç |
: |
Karşı taraf. |
alnı dar |
: |
Sabırsız kimseler için kullanılan bir deyimdir. “Bu alnının darlığıyınan anasının garnında dokuz ay iyi sabretmiş vallaha.” |
alnından altın almak |
: |
Eskiden alına iki altın takılırdı. Gelinler takardı. Bu altınların alınması eylemi. “Gama mı kesdi golunu Gurşun mu gırdı belini Alnından altın alırken Garşı mı duttun elini” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
alnını karışlamak |
: |
Haddini bildirmek. |
alnınıŋ çatı |
: |
Alnının ortası. “Alnının çatına, gözlerinin orta yerine tûû, der, tükürürüm.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
alt yanı |
: |
Başlangıç yeri. |
alta gelece:ne beş gelsiŋ, sile gelece:ne boş gelsiŋ |
: |
Belayı üzerine çekme, sıkınjtı yaratma, varsın biraz eksik olsun anlamında bir deyim. “Alta gelecêne beş gelsin, sile gelecêne boş gelsin.” |
altalamak, altalamag |
: |
1. Hastalığın birilerini zayıf düşürmesi, hatta ölümüneneden olması. 2. Yenmek, sindirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Hastalık tekrarlamak, fazlalaşmak, halsiz bırakmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç. Mr.) Hasanın hastalığı altaladı. |
altatar |
: |
Altı atar, altıpatlar, altı mermi alan toplu tabanca. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
altbaş |
: |
Velhasıl, sonunda. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
altdam |
: |
Evlerin altındaki ahır. |
altev |
: |
Evin birinci katı, ineklik, ahır. “Köylerde alt kısmı geniş tahtalarla döşenmiş bulunan birinci kat odalarının zemini durumundaki odaların bir kısmı kiler olarak kullanılırken bir kısmı da mutfak gibi işler için kullanılır. Altevlerin, çok eski yoksulluk günlerinde ahır olarak kullanıldıkları da bilinmektedir.” |
altı aya bir kış getirmek |
: |
Kötü ihtimalleri hesap etmek. |
altı patlar |
: |
Altı adet mermi alan tabanca, toplu tabanca. |
altıatar |
: |
Altı mermi alan toplu tabanca, altıpatlar. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
altıda alacağım, yedide vereceğim yok |
: |
Hiç kimseye borcum yok, kimseden de alacağım yok. “Altı’da alacağım, Yedi’de vereceğim yok.” |
altılı |
: |
Altı mermi alan toplu tabanca, altıpatlar. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
altın sırma |
: |
Altın renginde sırma saç. Kırmızı gül nisbet eder yanağa Altun sırma düşmüş sandım topuğa Gümüş yüzükleri takmış parmağa Altun burma beyaz kola uydurmuş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.637 |
altın terlik, altın tellik |
: |
Köşeli çiçek motifleriyle süslü dokuma çuval. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
altına tapmak |
: |
İşleri altın karşılığında yapmak, dini imanı para olmak. Ustalar yapıyı tersine yapar Esnaflar işine hiyleler katar Zamâne kadısı altuna tapar Doğru hak şeriat sürülmez oldu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.639 |
altınbaş |
: |
Bir çeşit rakı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
altında: |
: |
Altındaki. |
altını çalmak |
: |
Toplamak, hesabı kapatmak, ilişiği kesmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
altını çintiklemek |
: |
Taşa diş açmak. |
altıpatlar |
: |
Altı mermi alan tabanca. |
alvala |
: |
Karışık, rengarenk, türlü renkte. |
alvan alvan |
: |
Elvan elvan, renk renk, alacalı. “Fanisin de Karac’oğlan fanisin Ne hörü, ne melek belki perisin Alvan alvan güllü, yeşil korusun |